Bu bir garip tatil hikayesidir…
Bir anne, bir baba, 1,5 yaşında bir bebek, 1 hafta, 2 ülke ve 2 koltuk değneği….. Hepsi aynı cümlede kulağınıza saçma mı geliyor? Saçma geliyorsa gerisini okumanıza gerek yok, “nasıl?” diyorsanız buyrun devamını okumaya..
Bakmayın oğlumun yaşına, kendisi seyahat konusunda tecrübelidir. 5,5 aylıkken gitti ilk yurt dışı seyahatine -üstelik arabayla-, sonra 9 aylıkken bir daha, birkaç uçak tecrübesi de var. O zaman dedik, bir sonraki aşamaya hazırız.
Planlar yapıldı, hazırlıklar yapıldı, konforlu oteller, kiralık araçlar ve kocaman bavullar hazırlandı mı acaba? Tabiki hayır. Seyahat planımız bir kaç ay önceden aldığımız Berlin uçak biletlerinden ibaretti. Gidiş dönüş uçak biletleri. Başı belli sonu belli ortası ya kısmet.
Yola çıkmadan 1 hafta önce, daha önce Berlin’e gidenlerden bir kaç öneriyi telefonlarımızda haritaya işaretledik, sonra dedik ki acaba bir de yakınlarda bir yere daha mı gitsek? Hamburg mu? Dresden mi? derken Prag’da karar kıldık. 3 gün Prag, 4 gün Berlin olmak üzere otel rezervasyonlarımızı yaptık. Genellikle tatile götürülenlerin birçoğu valizden bile çıkmıyor gerçeği ile 1 küçük kabin boy valiz Meriç’e, 1 kabin boy valiz bize hazırladık. 2 de sırt çantamız var hepsi bu. Tabi ki bir de bebek arabası.
Peki Prag’a nasıl gitsek? Araba kiralasak otopark sorunu var. Araba mı, otobüs mü? Tren mi? seçenekler bol. Oyumuzu trenden yana kullandık. Cumartesi sabahı Berlin’e indik, uzun pasaport kuyruğundan kurtuluşumuzu sevinçle kutlayıp kendimizi havaalanı çıkışındaki taksi durağına attık. İstikamet Hauptbahnhof merkez tren garı. Ancak öncesinde, taksi durağında birçok araç olmasına rağmen, çocuk koltuğu olan bir taksinin 5 dakika içinde geleceği bilgisini alıyor ve sevinçle karışık bir şaşkınlığa uğruyoruz çünkü Avrupa’ya ilk kez çocuklu bir aile olarak geliyoruz. Hauptbahnhof şehrin bir çok hattının buluşma noktası ayrıca şehirler arası trenler de buradan kalkıyor. Trenlerin hepsinin tam vaktinde kalktığını söylemeye bile gerek yok ama çok takdir ettiğim bu dakikliği övmeden geçemem. Pek tabiki her hatta inen asansörler olduğu için hiç zorlanmadan istasyonda dolaşıyoruz. Burası aynı zamanda bol miktarda mağaza ve cafeye de ev sahipliği yapıyor. Biz de trene binmeden önce currywurst yemeyi ihmal etmedik üzerine de kahvemizi alarak istasyonumuza yöneldik..
4.5 saatlik oldukça keyifli ve rahat bir tren yolculuğu sonunda Prag’a ulaştık. Trende restaurant, cafe ve temiz bir tuvalet vardı. Ayrıca Meriç’in arabasını da rahatça yerleştirdiğimiz için yorulduğu zaman güzelce uyudu, acıktığında restauranttan yiyecek birşeyler aldık, çantamızda da meyve ve kuruyemiş vardı, sıkıldığında koridorda gezindi, pencereden güzel köyleri, dingin şehirleri seyretti. Prag’a vardığımızda trenden iner inmez tramvaya binerek otelimize gitmek üzere yola koyulduk. (bir not: Prag’da çocuklar ve çocuğun yanındaki 1 yetişkin toplu taşımadan ücretsiz yararlanıyor) Tramvay durağı ile otelimiz arasında yalnızca 10 basamaklı bir merdiven ve 200m vardı. İşte tatilimizin süprizi de tam da bu 10 basamaklı merdivende geldi. Her zaman yaptığımız gibi birimiz önden, birimiz arkadan tutarak merdivenleri indiriyorduk ki sağ ayağımı küptaş yola basmamla bir çığlık atmam bir oldu. Saniyeler içinde ayağım morardı ve şişti, gözlerim karardı. Bir taksiye atladık hastaneye gitmek üzere, ancak taksi şöförü İngilizce bilmiyordu, Otel işletmecisini ve taksi şöförünü iletişime geçirerek sonunda büyük bir hastane kompleksine ulaştık. Cumartesi akşam saat 20:30 civarı olduğu için poliklinikler kapalıydı, acili bulmak ise o kadar da kolay olmadı çünkü hastane kompleksinde kimsecikler olmadığı gibi ışık yanan bina sayısı bile oldukça azdı. Nihayet, her poliklinikte bir nöbetçi doktor olduğunu anladık ortopedi servisini bulunca. Röntgen, muayene derken kırık olmadığını anladık. Sevincim doktorun “3 hafta koltuk değneği ile gezeceksin.” demesine kadar sürebildi. Hastaneden çıkar çıkmaz nöbetçi eczaneden koltuk değnekleri ile ilaçları aldık ve akşam yemeği için masaya oturduğumuzda saat 22.30 olmuştu.
Ertesi gün koltuk değnekleri ile 2 adım bile atamayan benim bir karar vermem gerekiyordu ve seçenekler pek iç açıcı değildi; ya tatili bırakıp İstanbul’a dönecektik, ya tatili otelde geçirecektik ya da elimizden geldiğince tadını çıkaracaktık. Aslına bakarsanız ilk ikisinden birini seçmek hiç de bana göre bir seçim olmazdı ve ben tabiki tatilin tadını çıkaracaktım.
Prag mimarisi, meydanları ve sokakları ile insanı hemen içine alan saran sarmalayan bir şehir. İlk üç gün acılar içinde kıvranmama ve koltuk değnekleri ile mücadeleme rağmen Prag’da şuraları gördük ve şunları yaptık; cafeleri ve meydanda gösteri yapan yetenekli insanlarıyla eski şehrin meydanında kahvemizi içtik, astronomik saat kulesini gördük, doyamadığımız manzarası ve çeşit çeşit el yapımı ürünlerin satıldığı tezgahları ile Charles Köprüsü’nü boydan boya yürüdük, Prag kalesini gezdik, her köşe başında bulunan, çörek hamurundan yapılan ve közde pişirilen bir nevi külaha benzeyen Tredelnik’den yedik, hatta Prag kalesi bölgesinde nehir kenarında bir çocuk parkına bile gittik. Nehirde panoramik bir şehir turu attık. Uzun mesafelerde taksi kullandık ancak eski şehrin sokaklarında hoplaya zıplaya bir koltuk değneği mücadelesi ile yürüdük. Meriç bu süreçte çok uyumlu ve daha önemlisi bir o kadar da anlayışlıydı. İlk gün kucağıma gelmek istediğinde koltuk değnekleri ile yürüyeceğim birkaç hafta boyunca onu ancak otururken kucağıma alabileceğimi söylediğimde bana anlayışla ve biraz üzüntüyle baktı ve bir daha kucağıma gelmek istemedi. Hatta sabah kalktığımda hemen koltuk değneğini getiriyordu. Tüm gün dışarıda olduğumuzdan uykusu geldiğinde bebek arabasında uyuyordu. Meydanlarda mola verdiğimizde de dilediği gibi güvercin kovalıyordu. Bu süreçte ailenin tüm lojistiğini mutlulukla üstlenen eşimin, tatilin huzurunda katkısı ölçülemez. Lojistikten kastım şu; Valizleri, çantaları, bebek arabasını ve Meriç’i aynı anda taşımak 🙂 Nasıl mı? Biraz sihir ve çok sevgi ile herşey mümkün. (bakınız aşağıdaki fotoğraf)
Prag’dan geldiğimiz gibi trenle ayrıldık. Dönüş yolculuğumuz da en az gelişimiz kadar rahat ve güzel geçti. Berlin’de Kudamm bölgesinde kaldık. Berlin’de ulaşım heryere hem çok kolay hem de çok seçenekli. Bebek arabasıyla taksiye inip binmek biraz zahmetli olduğundan ve her zaman bebek koltuğu olan bir taksi bulamadığımızdan daha çok otobüs ve tren tercih ettik. Çok da rahat oldu. Berlin’de ilk günümüzde hava oldukça güzeldi, ne çok sıcak ne çok serin. Ancak geri kalan günlerde sağnak yağışlıydı. Hatta bir gün o kadar çok yağmur yağdı ki bazı bölgeleri su bastığını öğrendik. Berlin’de ZooBerlin’i, Brandenburg kapısını, Holokost Anıtını, Bergama Müzesini (Bergama sunağı 2019 yılına kadar kapalı), Almanya Federal Meclisi, Sony Centre’ı, Kadewe’yi, Checkpoint Charlie’yi görme ve gezme fırsatımız oldu. Unter den Linden’de (Ihlamurlar altında) ıhlamurların kokusunu içime çekmeye doyamadım. Berlin benim için hep ıhlamur kokulu olacak.
Yukarıda koltuk değneklerini, tatile denk gelen yoğun yağmuru, uzun tren yolculuklarını ve 1.5 yaşında bir çocukla uçak yolculuğu yaptığımızı okuduysanız bu tür bir seyahati size tavsiye edemem. 1 haftada 2 şehir gezen, her anından zevk alan bir aile ile güzel anılarla ve ıhlamur kokularıyla hatırlanacak bir tatil okuduysanız bu tam da size göre bir tatil olabilir…….
Sevgiler,
annebebekdostu