anne bebek dostu, çocuk gelişimi

Çocuğunuz ağladığında ne yapıyorsunuz?

willowtree

Çocuklar ağladığında aklımıza ilk gelen ağlamasını durdurmak oluyor. Bunun için de herbirimizin farklı stratejileri/yönlemleri olmakla birlikte en yaygın olarak gözlemlediklerim; o an için ebeveynin sabrı varsa çocuğunu kucağına alıyor ve dikkatini başka bir yöne kanalize etmeye çalışıyor. Aaa  arabalara, kuşlara bak vb. veya o an yeterince sabırlı değilse kızarak çocuğun ağlamasını sonlandırmaya çalışıyor.Her iki durumda da yapılan çocuğun o an içinde bulunduğu duygu durumunu yok saymak ve duygusunu ifade etmesine engel olmak oluyor.

Çocuğumla benzer durumlar yaşadığımda ben şöyle davranmayı seçiyorum; onu kucağıma alıyorum, genelde hiç konuşmadan ağlamasına izin veriyorum. Bazen de “istediğin kadar ağlayabilirsin, istersen kucağıma gelebilirsin” diyorum.

Sakinleştiği zaman onu neyin üzdüğü konusunda konuşmak isteyip istemediğini sorabiliriz. Tabii onu anlatırken yargılamadan ve yorum yapmadan can kulağı ile dinlemek koşulu ile.

Böylece çocuğumuza duygularını tanıması ve onları yaşaması için alan açmış, fırsat tanımış oluruz. Ayrıca her koşulda ebeveyninin yanında olduğunu ve onu dinlediğini bilmek çocuğumuza güven verir.

Her seferinde aynı şekilde uyguladığınızda ve kararlı davrandığınızda bir kaç dakika içinde sakinleşmesini garantileyen bu yöntem denemeye değer.

NOT: Çocuğunuz,  sizin ona vermek istemediğiniz birşeyi almak için ağlıyorsa, bir süre ağladıktan sonra istediği şeyi vermeniz, bir sonraki sefer daha şiddetli ve uzun süre ağlamasına sebep olacaktır. Dikkat! 🙂

Sevgiler,

annebebekdostu

*Burada yazdıklarım, okuduklarım, araştırdıklarım, izlediklerim, gözlemlediklerim ve benim tecrübelerim ile sınırlıdır..

anne bebek dostu, annebebekdostu tatil

1 hafta, 2 ülke, bir güzel tatil

 

Bu bir garip tatil hikayesidir…

Bir anne, bir baba, 1,5 yaşında bir bebek, 1 hafta, 2 ülke ve 2 koltuk değneği….. Hepsi aynı cümlede kulağınıza saçma mı geliyor? Saçma geliyorsa gerisini okumanıza gerek yok, “nasıl?” diyorsanız buyrun devamını okumaya..

Bakmayın oğlumun yaşına, kendisi seyahat konusunda tecrübelidir. 5,5 aylıkken gitti ilk yurt dışı seyahatine -üstelik arabayla-, sonra 9 aylıkken bir daha, birkaç uçak tecrübesi de var. O zaman dedik, bir sonraki aşamaya hazırız.

Planlar yapıldı, hazırlıklar yapıldı, konforlu oteller, kiralık araçlar ve kocaman bavullar hazırlandı mı acaba? Tabiki hayır. Seyahat planımız bir kaç ay önceden aldığımız Berlin uçak biletlerinden ibaretti. Gidiş dönüş uçak biletleri. Başı belli sonu belli ortası ya kısmet.

Yola çıkmadan 1 hafta önce, daha önce Berlin’e gidenlerden bir kaç öneriyi telefonlarımızda haritaya işaretledik, sonra dedik ki acaba bir de yakınlarda bir yere daha mı gitsek? Hamburg mu? Dresden mi? derken Prag’da karar kıldık. 3 gün Prag, 4 gün Berlin olmak üzere otel rezervasyonlarımızı yaptık. Genellikle tatile götürülenlerin birçoğu valizden bile çıkmıyor gerçeği ile 1 küçük kabin boy valiz Meriç’e, 1 kabin boy valiz bize hazırladık. 2 de sırt çantamız var hepsi bu. Tabi ki bir de bebek arabası.

Peki Prag’a nasıl gitsek? Araba kiralasak otopark sorunu var. Araba mı, otobüs mü? Tren mi? seçenekler bol. Oyumuzu trenden yana kullandık. Cumartesi sabahı Berlin’e indik, uzun pasaport kuyruğundan kurtuluşumuzu sevinçle kutlayıp kendimizi havaalanı çıkışındaki taksi durağına attık. İstikamet Hauptbahnhof merkez tren garı. Ancak öncesinde, taksi durağında birçok araç olmasına rağmen, çocuk koltuğu olan bir taksinin 5 dakika içinde geleceği bilgisini alıyor ve sevinçle karışık bir şaşkınlığa uğruyoruz çünkü Avrupa’ya ilk kez çocuklu bir aile olarak geliyoruz. Hauptbahnhof şehrin bir çok hattının buluşma noktası ayrıca şehirler arası trenler de buradan kalkıyor. Trenlerin hepsinin tam vaktinde kalktığını söylemeye bile gerek yok ama çok takdir ettiğim bu dakikliği övmeden geçemem. Pek tabiki her hatta inen asansörler olduğu için hiç zorlanmadan istasyonda dolaşıyoruz. Burası aynı zamanda bol miktarda mağaza ve cafeye de ev sahipliği yapıyor. Biz de trene binmeden önce currywurst yemeyi ihmal etmedik üzerine de kahvemizi alarak istasyonumuza yöneldik..

4.5 saatlik oldukça keyifli ve rahat bir tren yolculuğu sonunda Prag’a ulaştık. Trende restaurant, cafe ve temiz bir tuvalet vardı. Ayrıca Meriç’in arabasını da rahatça yerleştirdiğimiz için yorulduğu zaman güzelce uyudu, acıktığında restauranttan yiyecek birşeyler aldık, çantamızda da meyve ve kuruyemiş vardı, sıkıldığında koridorda gezindi, pencereden güzel köyleri, dingin şehirleri seyretti. Prag’a vardığımızda trenden iner inmez tramvaya binerek otelimize gitmek üzere yola koyulduk. (bir not: Prag’da çocuklar ve çocuğun yanındaki 1 yetişkin toplu taşımadan ücretsiz yararlanıyor) Tramvay durağı ile otelimiz arasında yalnızca 10 basamaklı bir merdiven ve 200m vardı. İşte tatilimizin süprizi de tam da bu 10 basamaklı merdivende geldi. Her zaman yaptığımız gibi birimiz önden, birimiz arkadan tutarak merdivenleri indiriyorduk ki sağ ayağımı küptaş yola basmamla bir çığlık atmam bir oldu. Saniyeler içinde ayağım morardı ve şişti, gözlerim karardı. Bir taksiye atladık hastaneye gitmek üzere, ancak taksi şöförü İngilizce bilmiyordu, Otel işletmecisini ve taksi şöförünü iletişime geçirerek sonunda büyük bir hastane kompleksine ulaştık. Cumartesi akşam saat 20:30 civarı olduğu için poliklinikler kapalıydı, acili bulmak ise o kadar da kolay olmadı çünkü hastane kompleksinde kimsecikler olmadığı gibi ışık yanan bina sayısı bile oldukça azdı. Nihayet, her poliklinikte bir nöbetçi doktor olduğunu anladık ortopedi servisini bulunca. Röntgen, muayene derken kırık olmadığını anladık. Sevincim doktorun “3 hafta koltuk değneği ile gezeceksin.” demesine kadar sürebildi. Hastaneden çıkar çıkmaz nöbetçi eczaneden koltuk değnekleri ile ilaçları aldık ve akşam yemeği için masaya oturduğumuzda saat 22.30 olmuştu.

Ertesi gün koltuk değnekleri ile 2 adım bile atamayan benim bir karar vermem gerekiyordu ve seçenekler pek iç açıcı değildi; ya tatili bırakıp İstanbul’a dönecektik, ya tatili otelde geçirecektik ya da elimizden geldiğince tadını çıkaracaktık. Aslına bakarsanız ilk ikisinden birini seçmek hiç de bana göre bir seçim olmazdı ve ben tabiki tatilin tadını çıkaracaktım.

IMG_4740.JPG

Prag mimarisi, meydanları ve sokakları ile insanı hemen içine alan saran sarmalayan bir şehir. İlk üç gün acılar içinde kıvranmama ve koltuk değnekleri ile mücadeleme rağmen Prag’da şuraları gördük ve şunları yaptık; cafeleri ve meydanda gösteri yapan yetenekli insanlarıyla eski şehrin meydanında kahvemizi içtik, astronomik saat kulesini gördük, doyamadığımız manzarası ve çeşit çeşit el yapımı ürünlerin satıldığı tezgahları ile Charles Köprüsü’nü boydan boya yürüdük, Prag kalesini gezdik, her köşe başında bulunan, çörek hamurundan yapılan ve közde pişirilen bir nevi külaha benzeyen Tredelnik’den yedik, hatta Prag kalesi bölgesinde nehir kenarında bir çocuk parkına bile gittik. Nehirde panoramik bir şehir turu attık. Uzun mesafelerde taksi kullandık ancak eski şehrin sokaklarında hoplaya zıplaya bir koltuk değneği mücadelesi ile yürüdük. Meriç bu süreçte çok uyumlu ve daha önemlisi bir o kadar da anlayışlıydı. İlk gün kucağıma gelmek istediğinde koltuk değnekleri ile yürüyeceğim birkaç hafta boyunca onu ancak otururken kucağıma alabileceğimi söylediğimde bana anlayışla ve biraz üzüntüyle baktı ve bir daha kucağıma gelmek istemedi. Hatta sabah kalktığımda hemen koltuk değneğini getiriyordu. Tüm gün dışarıda olduğumuzdan uykusu geldiğinde bebek arabasında uyuyordu. Meydanlarda mola verdiğimizde de dilediği gibi güvercin kovalıyordu. Bu süreçte ailenin tüm lojistiğini mutlulukla üstlenen eşimin, tatilin huzurunda katkısı ölçülemez. Lojistikten kastım şu; Valizleri, çantaları, bebek arabasını ve Meriç’i aynı anda taşımak 🙂 Nasıl mı? Biraz sihir ve çok sevgi ile herşey mümkün. (bakınız aşağıdaki fotoğraf)

Prag’dan geldiğimiz gibi trenle ayrıldık. Dönüş yolculuğumuz da en az gelişimiz kadar rahat ve güzel geçti. Berlin’de Kudamm bölgesinde kaldık. Berlin’de ulaşım heryere hem çok kolay hem de çok seçenekli. Bebek arabasıyla taksiye inip binmek biraz zahmetli olduğundan ve her zaman bebek koltuğu olan bir taksi bulamadığımızdan daha çok otobüs ve tren tercih ettik. Çok da rahat oldu. Berlin’de ilk günümüzde hava oldukça güzeldi, ne çok sıcak ne çok serin. Ancak geri kalan günlerde sağnak yağışlıydı. Hatta bir gün o kadar çok yağmur yağdı ki bazı bölgeleri su bastığını öğrendik. Berlin’de ZooBerlin’i, Brandenburg kapısını, Holokost Anıtını, Bergama Müzesini (Bergama sunağı 2019 yılına kadar kapalı), Almanya Federal Meclisi, Sony Centre’ı, Kadewe’yi, Checkpoint Charlie’yi görme ve gezme fırsatımız oldu. Unter den Linden’de (Ihlamurlar altında) ıhlamurların kokusunu içime çekmeye doyamadım. Berlin benim için hep ıhlamur kokulu olacak.

 

Yukarıda koltuk değneklerini, tatile denk gelen yoğun yağmuru, uzun tren yolculuklarını ve 1.5 yaşında bir çocukla uçak yolculuğu yaptığımızı okuduysanız bu tür bir seyahati size tavsiye edemem. 1 haftada 2 şehir gezen, her anından zevk alan bir aile ile güzel anılarla ve ıhlamur kokularıyla hatırlanacak bir tatil okuduysanız bu tam da size göre bir tatil olabilir…….

 

Sevgiler,

annebebekdostu

 

anne bebek dostu, bebeğimi beklerken

6 adımda harika hamilelik

Hamileliğimin harika bir serüven olduğunu söylüyorum hep. Gerçekten her gününü çok özel ve çok güzel geçirdim. Çevremdeki insanlar, hiç sorun yaşamadığım için bu konuda şanslı olduğumu düşünüyor. Hamileliğim harika geçti derken hiç sorun yaşamadığımı söylemiyorum, tam aksine sorunlara rağmen keyif aldım diyorum.

Hamile olduğumun haberini aldığımda henüz Amsterdam tatilinden yeni dönmüş, her hava alanında olmayan x-ray cihazından geçmiştim. 2 aylık hamileyken gıda zehirlenmesi yaşadım, aynı gün iş seyahatine gittim, yine bir iş seyahatinde ellerimde his kaybıyla başlayan, hamileliklerin %25’inde görülen ve genelde 7. ayında başlayan karpal tünel sendromu ile 4 aylık hamileyken tanıştım. Her şeye rağmen hamileliğim her anından büyük keyif aldım.

Sizin de hamileliğinizde tıbbi bir risk yoksa, hamileliğinizin harika geçmemesi için bir neden yok.

mutlu bir hamilelik için benim önerilerim;

1- Güvenebileceğiniz bir kadın sağlığı ve doğum doktoru seçin

9 ay sık sık görüşeceğiniz ve her görüşmeyi iple çekeceğiniz biri ile iyi anlaşmanız önemli. Böyle bir doktor seçtikten sonra, ona sonuna kadar güvenmeli ve dediklerini sorgulamadan yapmalısınız. Doktorunuzu sorgulamaya başlarsanız, güveninizi kaybetmişsiniz demektir, değiştirseniz iyi edersiniz. Günün sonunda doktorunuza kendi sağlığınızı ve bebeğinizin sağlığını emanet ediyor olacaksınız.

2-Doktorunuzla birlikte doğum yöntemine erken dönemde karar verin

Eğer normal doğum yapmak istiyorsanız, yediklerinize, hareketinize daha çok özen göstermeli ve kilonuzu kontrol altında tutmalısınız. Hamile yogası ve pilatesi tavsiye ederim, çok faydasını göreceksiniz.

3-Bol bol hareket edin, yürüyüş yapın, yoga dersleri alın

Korkmayın olimpiyatlara hazırlanmıyoruz. Her gün yapacağınız yaklaşık 40dk orta tempo yürüyüş ve/veya hamile yogası, kaslarınızı güçlendirerek doğuma ve bebeğinizin gelişimine yardımcı olacaktır. Özellikle yoga, ilerleyen hamileliğinizle birlikte aldığınız kilolara bağlı olarak yaşanan ağrıları da azaltacaktır.Hamilelikte oksijen ihtiyacımız da artıyor, doğru nefes ile oksijen alımımızı arttırırız.Hatta yoga ile bulantıları azaltmak da mümkün diyor uzmanlar.

4-Arkadaşlarınıza zaman ayırın, dışarı çıkın, bolca gülümseyin

Doğumdan sonraki özellikle 40 günlük lohusa periyodu gerek hormonlar yüzünden, gerek uykusuzluk gerekse bebeğinizin size olan yoğun ihtiyacı sebebiyle biraz zor geçebilir. Bu dönem için bol bol kahkaha, neşe, huzur depolayın. Ayrıca hamilelik süresince bol neşe ve keyifli anlar bebeğinizin gelişimi ve hamileliğinizin iyi geçmesi için de önemli.

5- Her fırsatta uyuyun

Hamilelik süresince uykunuza aslında bir anlamda bebeğiniz karar veriyor. İlk haftalarda kafanızı masaya düşmüş uyurken bulabilirsiniz kendinizi, sonraki haftalarda birden enerji dolmanız mümkün, ilerleyen haftalarda tekrar bir uyku hali. Yine de elinizden geldiğince bol bol uyuyun, dinlenin çünkü doğumdan sonra uzunca bir süre ne kadar uyuyacağınıza siz karar veremiyorsunuz.

6- İnsanların size hastaymışsınız gibi davranmalarına aldırmayın

Hamileliğim süresince anlam veremediğim davranışlardan biri de insanların “Allah kurtarsın” tarzından söylemleri oldu. Hamilelik benim için kurtulunması gereken bir dönem olmaktan çok uzakta, çok keyifli bir süreç oldu. Yaşam tarzımda, günlük hayatımda bir değişiklik yapmadım, bir bebek beklediğimin bilincinde rutinlerime, iş ve özel hayatıma devam ettim. Hasta değildim, bir anne adayıydım.

Hormonlar, hamilelik süresince en büyük yardımcınız. Bazıları artıyor, bazırları azalıyor. Bedeniniz sizin ve bebeğiniz için en güzel koşulları hazırlıyor. Bu süreçte, bedeninizde ve ruhunuzda bir çok değişiklik yaşıyor olabilirsiniz. Evham yapacak, telaşlanacak, korkacak birşey yok. Değişiklikleri kontrol etmeye veya durdurmaya çalışmak bence yorucu ve yıpracı oluyor. Bırakın, bu süreci bedeniniz yönetsin, siz de keyfinize bakın….

Siz siz olun her konuda özellikle beslenme ve spor konularında mutlaka doktorunuza danışın. Hangi dönemde ne kadar egzersiz yapacağınız ve nasıl besleneceğiniz konusunda sizi en iyi doktorunuz yönlendirecektir.

Sevgiler,

annebebekdostu

 

anne bebek dostu

baba kucağı nedir? ya da herkesin bildiği ismiyle kanguru’nun faydaları nelerdir?

Burnunuzda bebeğinizin kokusu, göğsünüzde sıcaklığı, heryerde birlikte olmak, onu bir parçanız gibi yapmak hem size iyi gelecek hem de ona…..

Meriç, henüz 1 haftalıkken pazar kahvaltıları ile gezmelere başladık. Bugün 9 aylık, hala her fırsatta geziyoruz. Meriç oldukça meraklı ve sosyal bir bebek, dışarıda olmaktan büyük bir keyif alıyor. İnsanları izlemek, ağaçlara dokunmak, köpekleri gözlemlemek onu çok mutlu ediyor.

Anne ve babası zaten gezmelere doyamıyor. Hal böyle olunca sık sık dışarıda buluyoruz kendimizi.

Sahilde, doğada veya şehirde yürüyüş yapmak, Meriç doğmadan önce de çok sevdiğimiz bir aktiviteydi, şimdi hep beraber yapmak daha büyük bir keyif veriyor. İşten eve geldiğimizde hava çok soğuk veya yağışlı değilse çoğunlukla yürüyüşe veya parka gidiyoruz. Duruma göre Meriç, bazen bebek arabasında bazen de baba kucağında oluyor.

ergobaby-unders

Baba kucağı ne mi? Baba kucağı, benim kanguruya taktığım bir isim. Kanguru ise, ismini, kanguruların bebeklerini keselerinde taşımalarından alan, bebeğinizi üzerinizde taşımanıza imkan veren bir araç.

 İlk aylarda bebekler, annelerinin karnındaki güvenli koşullardan çıkarak geldikleri dünyaya alışmakta güçlük çekerler, kendilerini güvende hissedebilmek için hep anne karnındaki konforu ararlar. Bu dönemde, en kolay kucakta sakinleşirler.Bebeklerin, ebeveynlerinin özellikle annelerinin kucağında gün boyu taşınması aslında yüzyıllardır kullanılan bir yöntem. Dr. Harvey Karp, uzun araştırmalar sonunda yazdığı Mahallenin En Mutlu Bebeği kitabında, sürekli ağlayan yenidoğan bebeklerin sakinleştirilmesinde yüzyıllardır kullanılan kucakta taşıma yöntemini öneriyor. İlkel toplumlarda, bebeklerin sürekli kucakta taşındıkları için hiç ağlamadığından bahsediyor.

Meriç ve benim tecrübelerimiz de bu araştırmayı doğruluyor. İlk aylarda saatlerce kucağımda tuttuğum günler olduğunu hatırlıyorum.

Biz de, Meriç henüz birkaç haftalıkken bir kanguru aldık. Yenidoğan bebeklerin tek iletişimi anneleri ile olduğundan ve her araç ve yöntem anneye atıf yaptığından, baba’ya özel bir şey olsun istedim, kanguruya “baba kucağı’ diye bir isim taktım. Eşimin de çok hoşuna gitti bu baba kucağı, gerçek ismini ise uzun bir zaman sonra öğrenecekti. 🙂

Hamile olduğum dönemde bir arkadaşım (kendisi bir babadır) kanguru alacaksan mutlaka Ergobaby almalısın demişti. Yurtdışı seyahatlerinde kullandıklarını, bel desteği olduğu için daha uzun süre taşıdıklarında bel ağrısına sebep olmadığı eklemişti. O dönem bunu kulak arkası etmiş olmalıyım ki başka bir marka baba kucağı aldık. Zorlu geçen ilk 3 aylık dönemde sanırım araştıracak enerjiyi de kendimde bulamamıştım.

Bir süre bu kanguruyu kullandık, daha doğrusu eşim kullandı. Ben sling kullanıyordum. Sling daha çok evde kullanım için uygun bir yöntem çünkü 5m uzunluğundaki kumaşa hakim olmak ve bağlamak çok da kolay bi iş değil. Eşim ise dışarı çıktığımızda kullandığı baba kucağının onu yorduğundan şikayet ediyordu.

Aylar sonra bir oyuncak alışverişi sırasında raflarda gözüme Ergobaby 360 ilişti. Bu kez araştıracak enerjim vardı. Ergobaby 360 modeli özellikle ilgimizi çekti çünkü bu modelde, bebeğimizi 4 farklı pozisyonda yerleştirmek mümkün. Ön tarafta size dönük, ön tarafta dışa dönük, sırt ve yanda kalça üzerinde olmak üzere, 4 farklı taşıma pozisyonunda bebeğinizi keyifle ve rahatlıkla taşıyabiliyorsunuz. Meriç, en çok ön tarafta dışa dönük pozisyonu seviyor. Böylece etrafı meraklı gözlerle rahatça izleyebiliyor, elleri kolları da serbest oluyor. Biraz büyüdükten sonra sırtta daha rahat edeceğini düşünüyorum. Ergobaby’nin bel desteği ise diğer baba kucaklarına göre çok daha rahat ve güvenli, bel desteğini belinize göre ayarlayabiliyorsunuz, klipsli bir kilit sistemi ile de bebeğinizi ve belinizi güvene alıyorsunuz. Ayrıca belinize, sırtınıza ve omuzlarınıza gelen yükü dengeli dağıttığı için de uzun yürüyüşlerde tam bir ebeveyn dostu. Bebeğiniz Ergobaby’nin içinde, bacakları neredeyse düz olacak şekilde ayrık ve dizler yere paralel pozisyonda duruyor ki bu bebeğiniz için doğal ve tavsiye edilen pozisyondur. Ürünü elime ilk aldığımda giymenin çok zor olacağını düşündüm ancak öyle olmadı, kolayca ayarladım ve Meriç’i içine koydum. Tek başına yapmak da oldukça kolay. Yenidoğanlar için ilave bir minderi var ancak bizim ihtiyacımız olmadığı için almadık. Taşıma şekilleri ve diğer özellikleri ile ilgili daha geniş bilgiye buradan erişebilirsiniz, bir de videosu var ki ben oldukça yararlı buldum.

Biz Ergobaby 360‘dan çok memnun kaldık. Bebeğim kucağımda, ellerim serbest alışveriş yapmak çok keyifli. Yürüyüş yapmak da bir o kadar eğlenceli.

Hatırlatmakta fayda var; bebeğinizin çok uzun süre aynı pozisyonda taşınması önerilmiyor. Baba kucağında taşıma sırasında, özellikle kız bebekler kaka yaptıysa hemen temizlenmesi veya bu şekilde taşımaya son verilmesi tavsiye ediliyor aksi takdirde bebeğinizin idrar yolları enfeksiyonu olma riski belirebilir. Seçeceğiniz ürünün kumaşı kolay temizlenebilir, kir tutmaz ve terletmez olmalı. Bebeğinizi bacakları açık ve serbest olmalı. Bebeğiniz kucağınızda rahat nefes alabilir bir pozisyonda olmalı.

Size de burnunuzda bebeğinizin kokusu, ellere özgürlük, ağrısız bir baba kucağı deneyimi diliyorum.

Sevgiler,

annebebekdostu

Annebebekdostu’nda araştırdığım, kullandığım, beğendiğim, işimi kolaylaştıran ürünlerin markalarına da yer veriyorum ancak beğenmediğim ürünlerin markalarından bahsederek kötüleme kampanyaları yapmıyorum.

 

babalar ve çocukları

babalar ve çocukları; Berkay & Çağan Güngör

Babalar ve Çocukları’nda bu kez konuklarım Berkay ve Çağan Güngör.
Berkay, iyi bir mühendis, Türkiye’nin en büyük inşaat firmalarından birinde yöneticilik yapıyor, matematiği, müziği ve doğayı seviyor. Çağan bugün 12 yaşında. Berkay genç yaşlarda baba olduğu için neredeyse Çağan’la arkadaş gibiler. Çağan çok komik bir çocuk ama o babasını daha komik buluyor, onun çocukluk anılarını dinlemeye bayılıyor. Berkay, saksafon çalıyor, Çağan’ı da müzik konusunda teşvik ediyor. Çağan’ın ise kendi tercihleri ve ilgi alanları var.
Baba-oğul hikayelerini Berkay şöyle anlatıyor;
Çağan doğuncaya kadar baba olmak üzerine hiç hayal kurmamıştım. Oğlum olur da şunu birlikte yaparız, şuraya birlikte gideriz gibi düşüncelerim olmamıştı. Çok da sevimli gelmeyen bu dünyaya bir çocuk getirmenin sorumsuzlukla karışık bir acımasızlık olduğunu düşünürdüm. İnsanın daha kendini tanımaya çalıştığı 20’li yaşlarımın sonlarında bence genç bir yaşta baba oldum. Çağan hayallerime doğumu ile birlikte ondan sonrasını da değiştirecek bir şekilde dahil oldu ve iyi ki de oldu. Onun doğumuyla ben “Baba” oldum mu? Hala uğraşıyorum.
 
Çağan gelince hayatında ne değişti? Beyza’yla ilişkiniz nasıl değişti/gelişti?
Büyük bir neşe ve sorumluluk karışımıyla birlikte geldi Çağan. Adı gibi “Bayram günü” . O ana kadar kendi hayatım için düşünmediğim ya da umursamadığım bir çok konuyu daha fazla önemser oldum. Mesela ilk defa Çağan sayesinde kendime bir sağlık sigortası yaptırmayı akıl edebildim. Maddi manevi kaygılarım arttı bu da hayat ile olan bağlarımı güçlendirdi diyebilirim. Daha önce sempatik gelmeyen bir çok konu en azından katlanılabilir oldu benim için. Beyza ile olan ilişkimiz ise her zamanki “dinamizmini” korudu 🙂 Çağan’dan önce nasılsak ilişkimize aynen devam ettik. Çağan geldi diye hiç istifimizi bozmadık yani 🙂 Çağan gayet “Doğal” bir şekilde büyüdü denebilir 🙂
 Beyza’nın Çağan’la özellikle bebeklikteki ilişkisini kıskandığın zamanlar oldu mu?
Beyza’nın hamileliği döneminde doktor tavsiyesi ile kullanmaya başladığı Gaviscon’u o zamandan beri ben hala ara ara kullanıyorum. Bunun kıskançlıkla bir alakası yok elbet 🙂 Hamileliğinde Çağan’la onun gibi bir ilişki kuramıyor olmam kıskançlık değil ama birçok baba gibi durumu anlayamamama sebep olmuş olabilir. Ama Çağan doğduktan sonra direk ben de iletişim kurabildiğimden kesinlikle böyle bir duyguya sahip olmadım. Her ne kadar Anne-Bebek ilişkisi gibi henüz doğmadan başlayan bir bağ olmasa da babaların da bebekleri ile farklı bir iletişimleri olduğuna ve bunun bebeklere değişik bir yaklaşımı öğrettiğine, onlar için de gerekli olduğuna inanıyorum.
 
Çağan’ın bakımına ve gelişimine yeterince katıldığına inanıyor musun? Gelişimi ile ilgili endişelerinizi cevaplayacak çözümler arıyor, araştırmalar yapıyor musun?
Bebeklerle iletişimim her zaman iyi olmuştur, iyi anlaşmışımdır, oyunlar oynamışımdır onlarla. Bu yüzden kucağımdan çokça bebek geçmiştir 🙂 Sanırım bundan dolayı Çağan doğduğunda sanki birçok bebek büyütmüş gibiydim. Çağan’nın ilk banyosunu ben yaptırmıştım örneğin. Mama hazırlanması, alt değiştirilmesi ve benzeri konularda hiç yabancılık çekmedim. Fiziksel sağlık sorunları konusunda çok endişeli biri değilimdir bu konuda Beyza daha dikkatli ve belki bu yüzden de daha araştırmacıdır bana göre. Ama ruhsal gelişimini daha etkili takip ettiğimi söyleyebilirim. Bunun için gerekli her türlü çabayı sarf etmeye çalışıyorum. Bulduğunuz her çözüm her zaman en doğrusu olmayabiliyor tabi ama bunu da bir öğrenme süreci olarak kabul etmek lazım bence.
Bir çalışma gününün ne kadarını Çağan’a ayırabiliyorsun? Bu sürede nasıl kaliteli vakit geçiriyorsunuz?
Çalışma günü akşamı, hele bir de okul dönemi ise maalesef çok da kaliteli vakit geçirme şansımız olmuyor.  Daha küçükken akşamları evdeki bütün ışıkları kapatıp elimizde fenerle evde kurt avına çıkardık. Okul döneminde ise hafta içi bir iki akşam ailecek kutu veya kart oyunları oynuyoruz. Çağan benim çocukluk anılarımı daha çok yaramazlıklarımı dinlemeyi seviyor. Kendisi küçük küçük rollere bürünüp bizi de kendi oyunu içerisine çekebiliyor. Bir aralar uyku öncesi birbirimize alakasız kelimeler verip, bu kelimelerle hikayeler uyduruyorduk. Ben hikaye uydururken Çağan uykuya dalıyordu, zaten kolay da uyuyabilen bir çocuktur. Bir keresinde hikayemi o kadar saçma bir şekilde uzattım ki Çağan uyumayıp hikayemin sonunu beklemiş ve sonunda uykulu bir sesle “Oooo! Hikaye nerden nereye geldi!” demişti. Çok gülmüştük.
  
Hangi alışkanlığının Çağan tarafından yapılmasını istemezsin? ya da istemezdin?
Benim pis boğazlığıma sahip olmasını istemezdim ama maalesef benimle birlikte büyüdüğü için yemek yemeyi sevmemesine rağmen abur-cubura biraz düşkün oldu. Neyse ki benim kadar değil 🙂 Bana göre sporla daha fazla haşır neşir olmasını isterim bunun için daha çok fırsatı olacaktır. Umarım bu fırsatları değerlendirir.
Çağan üzerindeki en büyük etkinin ne olduğunu düşünüyorsun?
Hayvanlara, kendinden küçüklere, sana göre daha savunmasız olanlara karşı duyulan sevgi, şefkat. Bu konuda biraz etkim olmuştur belki ama bence bu duygu zaten Çağan’ın içinde doğuştan vardı. Ancak benim yaklaşımım bu farkındalığa daha hızlı erişmesini sağlamış olabilir. Çağan ise komik olduğumu düşünüyormuş.
 
Baba-oğul zamanlarınız var mı? Bu zamanlarda neler yapıyorsunuz?
Böyle özel bir zaman ayırmamıza gerek kalmıyor çünkü bu anlar spontane bir şekilde gerçekleşiyor genellikle. Planlı olarak yaptığımız aktiviteler daha sınırlı. Bir keresinde Çağan 5-6 yaşlarındaydı sanırım, benim çocukluk arkadaşım Deniz ve oğlu Güney ile birlikte, Güney de 4-5 yaşlarındaydı o zamanlar, Yedigöllerde kamp yapmıştık. Birlikte “Çamur Lokantası” yapmışlardı. Çağan için çok eğlenceli bir deneyimdi. 2-3 yıldır BAÇO Baba-Çocuk kampına katılmayı düşünüyoruz ama bir türlü fırsat bulamadık. Birlikte animasyon filmleri seyretmeyi seviyoruz. Çağan’ın da ilgisini çekebilecek sergi ve aktiviteleri takip ediyorum. Beyoğlu henüz bu yeni formatına bürünmemişken kitapçıları ve galerileri dolaşırdık. Aksanat’ın en üst katındaki kafeden insanları seyredip nerden gelip nereye gittikleri ne yaptıkları ile ilgili tahminlerde bulunmuş, onlar hakkında hikayeler uydurmuştuk. Bunun onu çok heyecanlandırdığını hatırlıyorum. Çağan iyi bir gözlemci. Başından geçenleri, yeni öğrendiği veya duyduğu hikayeleri anlatırken yaşadığı heyecanı görmek çok hoşuma gidiyor.
Aklına geldiğinde seni güldüren bir anınızı paylaşır mısın?
Çağan etrafındakileri güldürmeyi ve şakalar yapmayı seven bir çocuk. Daha küçücükken oyun parkına takla atarak girer ve çocukların dikkatini çekmeye, onları güldürmeye çalışırdı. Bu karakterinden dolayı birçok komik ve eğlenceli durum yaşanabiliyor. Çağan’ı bebekliği süresince “Şişko” diye sevdim ve sonuçta ironik bir şekilde incecik bir çocuk oldu 🙂 Ön adını aldığı “İnce Memed”e benzedi belki de. Bu yüzden Çağan için “Şişko! Tombik! Tombalak!” sevgi ifadesi olarak kullanılan kelimeler oldu. Bir gün işe geldiğinde onu tanımayan bir arkadaşımız “Sen kimin oğlusun?” diye sormuştu. O da beni göstererek “Oradaki şişkonun!” demişti doğal olarak. Eh ben de biraz tombik olduğum için durum oldukça komik ve bolca gülüşmelere sebep olmuştu. Çağan’ın mutluluktan heyecanlandığında “İçime sevinç kaçtı! İçime neşe kaçtı!” deyişi her aklıma geldiğinde gülümsetir ve mutlu eder beni.
Komik anıları, okuduğumda beni de oldukça eğlendirdi ve güldürdü. Çağan içi içine sığmayan enerjik bir çocuk, bir o kadar da komik. İçine kaçan neşesi hiç çıkmasın, enerjisi hiç bitmesin….
Berkay ve Çağan’a baba-oğul hikayelerini içtenlikle bizimle paylaştığı için çok teşekkür ederim.
Sevgiler,
anne bebek dostu, annebebekdostu tatil

plansız bir tatil @Thassos

Bundan birkaç yıl öncesine kadar, tatillerimizi dakika dakika planlar, araştırır, notlar alırdık; nerede kalmalıyız? ne yemeliyiz? kalacağımız otelin parklara, plajlara, müzelere mesafesi nedir? gezeceğimiz şehirler arası kaç km? otel rezervasyonları ve uçak biletleri aylar öncesinden hazır edilir, bavullar günler öncesinden hazırlanırdı.

Son birkaç yıldır ise tatile çıkacağımız tarihe bile son birkaç gün kala karar veriyoruz, plan ve rezervasyon yapmıyoruz. Yaptığımız tek şey pasaport ve vizelerimizi hazır etmek.

Bu bayram da aynı şekilde tatile çıkınca, bizim gibi dakik, planlı ve disiplinli insanların tatil konusunda nasıl bu kadar plansız davrandığını düşündüm. Aslında cevap basitti. Gündelik hayatlarımızda, günümüzü, işimizi, evimizi planlamak ve düzende tutmak için çok enerji sarf ediyoruz, bir yerden bir yere yetişmek için koşturuyor, dakikaları hesaplıyoruz, işte bu yüzden yılda bir kez bile olsa plansız hesapsız bir şeyler yapmak bize iyi geliyor.

Bu tatiller için çok hayal kurmadığımız, plan yapmadığımız için de günün getirdikleri, sürpriz değil tatilimizin bir parçası oluyor. 

Bu yıl geçtiğimiz yıllardan küçük bir farkla çıktık tatile. Ailemize katılan yeni bir birey ve mini cooper’ımızla düştük yollara. Tatilden önceki perşembe günü, eşim apar topar bir iş seyahatine gitti, cumartesi öğlen döndü. Bu bizi engellemedi, hemen işe koyulduk, 2-3 saatte seyahat hazırlıklarını tamamladık. 2 yetişkin için 1 kabin boy bavul, Meriç için 1 kabin boy bavul, 1 bez çantası, 1 günlük çanta, 1 oyuncak çantası, 1 de yemek çantası 🙂

Henüz 9 aylık olduğu için dışarıda özellikle tuz ve şeker içermeyen gıdalar bulmak zor olduğundan şimdilik yemeklerini evde hazırlayıp yanımızda bulunduruyoruz. Meriç dışarıda olmaktan çok keyif alıyor. Oyuncaklardan çok, insanlara, araçlara, ağaçlara, hayvanlara ilgi gösterse de sevdiği bir kaç oyuncağını da yanımıza aldım. Tatilden 1 hafta önce başlayan ishal, tatilde de devam ettiğinden bol miktarda bebek bezi de yanımızda aldık. 

Yola çıktık. Nereye mi gidiyoruz? Henüz tatil planı yok. İstikamet Lüleburgaz. Öncelikle babaannemi, dedemi, anneannemi, dedemi, annemi, babamı görüp ön bayram kutlamalarımızı yapıyoruz. Yolda bol bol hapşuruyor sonra da nezle oluyoruz.

Şimdi nereye? Hadi o zaman yine Yunanistan’a Thassos’a gidelim. Aracımızın yeşil sigortası (uluslararası trafik sigortası) yok. Olsun gümrük kapısında hallederiz. Otel rezervasyonu mu dediniz? Onu zaten adaya varınca çözeceğiz.

İşte böyle doğaçlama başlayan tatilimiz harika geçti. İshal, nezle, halsizlik yakamızı tatilde de bırakmadı ancak bizi durdurmaya, keyfimizi kaçırmaya gücü yetmedi.

Thassos tatil notları;

Adaya aracınızla gitmenizi veya araba kiralamanızı öneririm. Adanın çevresi yaklaşık 80-90km. Yollar düzgün ancak virajlı. 

Gümrük geçişinde ehliyetinizi yenilemişolmanız veya Turing’den beynelminel ehliyet (ehliyetin farklı dillere çevirisi) almanız gerekiyor. Ehliyeti değiştirmek hem daha ekonomik hem de beynelminel ehliyeti her yıl vizeletmeniz gerekiyor.

Aracınıza yeşil sigorta olarak adlandırılan uluslararası trafik sigortası yaptırmanız gerekiyor. Tatile çıkmada kasko acentenizden yaptırabilirsiniz veya gümrük kapılarında da yaptırabiliyorsunuz. Ancak her gümrükte Turing acentesi olmadığından hangi gümrük kapısını kullanacaksanız kontrol etmenizde fayda var (İpsala gümrük kapısında var)

Feribotlar Keramoti – Thassos (Limenas) arasında çalışıyor. Keramoti için otoyoldan Kavala’dan önceki çıkış olan Chrysoupoli’den çıkmanız gerekiyor, gözünüzü dört açın. Kaçırırsanız Kavala’dan dönmek gerekiyor ya da Kavala’dan daha seyrek kalkan feribotlarla ve daha uzun süren bir yolcukla da adaya ulaşmak mümkün. Keramoti’den 45 dakikalık bir yolculuk sonunda Limenas’a ulaşıyorsunuz.

Keramoti’den feribota gidişte 23€ adadan dönüşte 27€ ödedik. (Fiyatlar 2016 fiyatlarıdır, gittiğiniz aya ve feribot şirketine göre bir miktar değişiklik gösterebilir)

Thassos adasında çocuklarla tatil yapmak için en uygun bölge Golden Beach bölgesi. Kum plajı oldukça geniş ve denizin içinde de kum devam ediyor. Çevrede güzel restoranlar var. Limeneria, Potos gibi bölgelere göre daha sakin. Ayrıca kamp yapmak isterseniz bu bölgede bir de kamp alanı var. Golden Beach bölgesi, adanın ünlü plajları Marble Beach, Paradise Beach ve Aliki Beach’e oldukça yakın. 

Marble Beach, bir mermer ocağının yanında bembeyaz mermer parçaları ile kaplı bir plaj, burada yalnızca bir bar var.

Paradise Beach’de güzel bir restoran var, yemekleri çok güzel ve porsiyonları oldukça büyük. Ancak restoranda yemeğinizi yaklaşık 30 kedi ile birlikte yiyorsunuz. Plaj kum ve deniz çok güzel.

Aliki Beach plajı dar, hem kum var hem de biraz kaya, 4-5 tane restoran/cafe var. Sakin bir koy olan Aliki Beach benim favorilerimden.

Limeneria’nın kum plajı yeni yapılan limanın içinde kaldığından deniz diğer plajlar kadar berrak değil. Diğer plajlarında bolca çakıl ve küçük kaya var, deniz çok berrak.

En güzel restoranlar; Golden Beach bölgesinde Nisi Island, Playa de Oro, La Terrasse, Potos bölgesinde San Antonio Beach Restaurant, Limeneria’da To Limani.

Konaklama fiyatları aya ve lokasyona bağlı olarak 35€ – 120€ arasında değişiyor. Ortalama 50-60€ / oda.gün denilebilir. Bazı odalar oldukça eski, bazıları yenilenmiş ama hepsi tertemiz. Biz şimdiye kadar hiç önceden rezervasyon yaptırmadık, temmuz ayında da, bayramda da hep yer bulduk. 

Tatilin güzel olması için gerekenler; bir anne, bir baba, bir (veya iki veya 3 veya…) çocuk, bol kahkaha, bol anlayış….

Biz tatilimizi Saros’da Meriç’in babaanne ve dedesini de ziyaret ederek tamamladık.

Umarım sizin bayramınız ve tatiliniz de en az bizimki kadar şahane geçmiştir.

bol gezmeli, görmeli, eğlenmeli tatiller sizlerin olsun…..

Sevgiler,

anne bebek dostu, çalışan annenin el kitabı

anne yapımı şeftalili dondurma

Geçenlerde İkea’ya bambaşka bir amaç için gitmişken fotoğraftaki dondurma kaplarını gördüm,bayıldım, hemen aldım.

Birkaç gün mutfak rafında bakıştıktan sonra beklediğim ilham geldi. Buz dolabında bir süre beklediği için yeterince yumuşamış şeftaliler geldi aklıma. Ev yapımı yoğurt da vardı. Daha ne bekliyordum?

Malzemeler:

2 adet şeftali rendelenmiş

ev yapımı yoğurt

Yapılışı:

Bu güzel görüntüyü elde etmek için 2 adet olgun şeftaliyi kabukları ile rendeledim. Yogurdu bir miktar çırptım. Şeftali ve yoğurdu karıştırıp kaplara paylaştırdım doğru buzluğa…

Ertesi akşam nefis dondurmamı keyifle yedim.

Buzluktan çıkardıktan sonra birkaç dakika bekletirseniz kabın içinden daha kolay çıkacaktır.

Şeker oranı benim için yeterliydi, siz dilerseniz bir miktar bal da ekleyebilirsiniz.

Çocuklar için de hem çok keyifli hem çok besleyici ve sıfır şekerli dondurma harika bir atıştırmalık seçenek.

Afiyet olsun……

anne bebek dostu, annebebekdostu tatil

Bebekle rahat tatilin sırrı

Yıl boyunca evde, işte arı gibi çalışıyoruz. Bir yandan da tatil hayalleri kuruyoruz. Bir çoğumuzun yılda yalnızca bir hafta tatil yaptığı düşünülürse uzun hazırlıklara, büyük kutlamalara değer bir olay oluyor tatil.

Dolayısı ile tatilden beklentimiz yüksek. Tatil yeri seçimi önemli. Her şeyin mükemmel olmasını, bu kısıtlı sürede tüm yılın yorgunluk ve stresinden kurtulmayı, süper dinlenmeyi, çılgın eğlenmeyi, bol bol gezmeyi istiyoruz. Bir yandan çocuklarımızla kaliteli ve bol vakit geçirmek isterken bir yandan da kendimize zaman ayırmak ve uzun zamandır elimizde sürünen kitabımızı bitirmek istiyoruz.

Sıkı durun şimdi size çok büyük bir sır veriyorum. Bu sırrı öğrendikten sonra, nereye giderseniz gidin tatilleriniz süper rahat ve güzel geçecek. Uygulaması birazcık zor ancak sonuç mutluluk garantili.

Hazır mısınız?

İşte tatilin sırrı; tatile çok anlam yüklemeyin, beklentilerinizi hep düşük tutun, ailenizle birlikte olmak en büyük mutluluk, nerede olduğunuzun, ne yaptığınızın bir önemi yok. Kötü bir sürprizle karşılaştığınızda derin bir nefes alın,  çocuğunuzun, eşinizin gözlerinin içine bakın ve kocaman gülümseyip, güne sürprizden önce kaldığınız yerden devam edin ya da hemen yeni bir plan yapın. Gününüzü kimsenin mahvetmesine izin vermeyin. Aramızda kalsın size şu anda hayatın sırrını vermiş bulunuyorum.

Tatilinizin de hayatınızın da iyi, çok iyi veya harika geçmesi sizin elinizde. Hayat bazen kötü şakalar yaparak sizi sinir eden ancak bir türlü vazgeçemediğiniz bir arkadaş gibi. O arkadaşa ne kadar mesafe koyacağınız ise sizin elinizde.

Hayatın, tatil tadında geçmesi dileğiyle….

Sevgiler,

 

 

 

babalar ve çocukları

babalar ve çocukları: Cem & Umut Kafadar

Babalar ve Çocukları’nda konuklarım Cem Kafadar ve oğlu, arkadaşı Umut Kafadar.

13315449_10154230963319910_5586935655534791940_n

Cem Kafadar, ailesini çok seven, onlara saygı duyan, onlarla vakit geçirmekten büyük zevk alan bir eş, bir baba, eşine ve oğluna iyi bir dost. Cem ve Umut öyle sıkı dostlar ki Umut, babasına çocukluğundan beri Cem diye hitap ediyor. Çocukluğundan beri diyorum çünkü Umut, üniversiteyi henüz bitirdi, kendi hayatını ve sorumluluklarını iyi yöneten, iyi yetişmiş, kendi kararları ve seçimleri olan özgür bir birey olarak toplum hayatında kendine çoktan bir yer edindi. Kafadar ailesini yıllardır tanıyorum, böyle mutlu bir aileyi tanıdığım için ben de çok mutluyum. Anne Sevinç için de sayfalarca güzel şeyler yazabilirim ama bu baba oğuldan rol çalmak olur.

Ben sordum, Cem tüm içtenliği ile anlattı, paylaştı. Öykülerinin başkalarının hayatlarına da dokunması dileğiyle bu keyifli söyleşiyi paylaşıyorum.

Yıllar geçti ama eminim baba olacağının haberini nasıl aldığını hatırlıyorsundur.

Çok net hatırlıyorum, doğumun da olduğu Kadıköy Şifa Hastanesi’nde öğrendik

Peki o an neler hissettin?

Tüm belirtiler bu yöndeydi, o açıdan haberi almaya hazır gitmiştik. Sevinç hissettim, elde var bir Sevinç, bir daha eklendi, Sevinç’in karesi oldu yani. O zaman, Pizza Hut, Türkiye’ye yeni gelmişti, pizzayı ikimiz de çok seviyorduk, doktordan çıkar çıkmaz Bağdat Caddesi Caddebostan’daki Pizza Hut’a gittik. İlginçtir, evlenme teklifini de Galatasaray’daki Pizzacı’da yapmıştım. Sonraları Umut ile beraber de o pizzacıya çok gittik, sanırım şimdi kapandı. Çok sevindiğim zamanlar çenem açılıyor, normalde de pek kapalı değil ya 🙂 bol bol konuştuğumu, çocuğun geleceğine yönelik bir sürü şey anlattığımı hatırlıyorum.

Bebeğinizin ilk doğduğu an düşündüğün, hissettiğin şey neydi? Heyecan? Korku? Neşe? Endişe? ya da belki de hepsi

Sevinç, normal doğum yaptı ve çok sancısı oldu. Eskiden Kadıköy’de Salı günleri pazar olur ve trafik bir felaket olurdu. Doktor, karşıdan hem köprü trafiği, hem pazar trafiğinin etkisi ile 2 saatin üzerinde bir sürede geldi ve o sürede Sevinç’in sancıları dayanılamayacak düzeydeydi. Açıkcası Sevinç’e o kadar üzüldüm ve sersemledim ki, Umut doğduğunda doğru dürüst sevinemedim, aklım hep Sevinç’te idi. O ise doğumdan sonra çok iyi idi ve ben o zaman bebeğin keyfini hissetmeye başladım. Hastaneye Sevinç’i yetiştirebileceğiz mi heyecanı, Sevinç’in sancılarının yarattığı korku, Umut’un tüm bebeklerden daha yüksek sesle bağırmasının ve yüzündeki anlamlılığın neşesini 3-4 saat içinde yaşadım.

Çocuğunuz olunca kendini kısıtlanmış hissettin mi? Annelerden çok babaların bu duyguya kapıldığını hissediyorum.

1-2 yaş arasında bir dönem yapmak istediklerimi yapamıyormuşum gibi hissettiğim bir dönem oldu ama onun dışında bir kısıtlama hissetmedim. Çocuk sahibi olmanın getirdiği mutluluk her şeyin üstünde idi. Bebeklerin ilk 6 ayında bir bebek kokuları vardır, işte iken o kokuyu hatırlayıp, bir an önce mesai bitsin de eve gidip Umut’u koklayayım istiyordum.

Bebeğiniz doğduktan sonra kendini biraz dışarıda hissettin mi ya da  anne-bebek ilişkisini kıskandığın oldu mu?

Kesinlikle hayır, hiç öyle hissedebileceğim bir olayı ne bebekliğinde, ne çocukluğunda  hatırlamıyorum.

Çocuğunuz olduktan sonra eşinle ilişkinizde bir farklılık oldu mu? 

Biz Sevinç ile evlenmeden önce çok iyi iki arkadaştık, evlendikten sonra da arkadaşlığımız daha gelişti. Umut, arkadaşlığımıza farklı bir boyut getirdi, hem çok eğleniyorduk, hem de onu yetiştirirken bir taraftan da o bizi yetiştiriyordu. Erken çocuk sahibi olduğumuz için yaptığımız yanlışlar oluyordu, tüm bu hataları hiç kimselere söylemeden aramızda sır gibi saklıyorduk. Bilirsin sırlar ilişkileri hep güçlendirmiştir.

Bebeğinizin bakımına ve gelişimine yeterince katıldığına inanıyor musun? Gelişimi ile ilgili endişelerinizi cevaplayacak çözümler arıyor, araştırmalar yapıyor musun?

Bebek olmadan da, olduktan sonra da bebek ve çocuk bakımına ilişkin çok kitap okudum. Çocuk doğduğunda bir kullanma kılavuzu ile gelmiyor o açıdan anne ve babalara bu konularda çok okumalarını, ilgili seminerlere katılmalarını tavsiye ederim. Umut, anaokulunda iken her hafta sonu Erdal Atabek velilere seminer verirdi ondan çok şey öğrendim. Lisede iken de Üstün Dökmen seminer vermeye gelirdi, ondan da çok şeyler öğrendim. Bir de Umut’dan daha büyük çocuk sahibi olan anne babalarla çok konuşur, onlardan bir şeyler öğrenmeye çalışırdım.

Çocuğunuzla ilgili hayallerin var mı? Birlikte neler yapmayı hayal ediyorsun / Çocuğunuzla birlikte yapmaktan en keyif aldığınız aktivite nedir?

Çocukla ilgili hayal kurmak tehlikeli bir boyut alabilecek kritik bir konu, farkında olmadan onun istemeyeceği bir hayatı ona empoze ediyor olabilirsiniz. O açıdan çok fazla hayal kurduğumu hatırlamıyorum, yeteneklerinin farkında olmasını ve hayatının her döneminde potansiyelini kullanabilmesini isterim. 

Biliyorum ki Umut’la çok özel bir ilişkiniz var ilişkinizi nasıl özetlersin?

Hangi yaşta olursa olsun onunla birlikte olmaktan daha keyifli bir şey yok. Onun gözünden hayatın yorumlanması beni her zaman için heyecanlandırmıştır. Bir çok kararımda onunla konuşup, onun düşüncelerini öğrenmişimdir, bir ortaklığı sona erdirirken de, gömleğimin altına kravatımı seçerken de. 🙂 Annem, babam da bana böyle yapardı, sanırım onlardan aldığım bir huy. İlişkinin şeffaflaşması açısından da bu yaklaşımın faydalı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca onunla olan iyi ilişkim ruhumun daha genç kalmasına da katkı sağlıyor. 🙂

Hangi alışkanlığının çocuğunuz tarafından yapılmasını istemezsin? yada istemezdin?

Beni aşırı koruyarak yetiştirmişler, o açıdan 18 yaşında su çiçeği, 32 yaşında kabakulak oldum, yani bağışıklık sistemim çok zayıf. O açıdan Umut’u aşırı korumamaya yani bu konuda bana benzememesine çok özen gösterdik ve başarılı da olduk. Gençlik yıllarında çok çekingen, içine kapanık biriydim. İlişkilerimde hep karşımdakinin bana yaklaşmasını beklerdim, ilk hamleyi yapmakta çok zorlanırdım, bu huyum yüzünden sahip olabileceğim bir çok dostu hiç tanımadan kaybettim diyebilirim. Umut’un bu konuda bana benzemesini hiç istemem. Özgüveninin her zaman yüksek olmasını isterim.

Bu konuda oldukça başarılı olduğunuzu söyleyebilirim 🙂

Sence babanın çocuk üzerindeki en büyük etkisi nedir?

Anne ve babanın çocuklarına doğru örnek olmaları gerekiyor. Klişe tabiri ile rol model olmaları. En büyük sorumlulukları bu, madem dünyaya bir insan getirdiniz, kendi yanlışlarınızı çocuğa taşımayacaksınız. Bir insanın yaşamı boyunca kaç insanın hayatına olumlu ya da olumsuz dokunduğunu düşünürsek, kötü yetişmiş bir çocuk hayatta kaldığı sürece kim bilir kaç insanın canını yakacaktır.

Eminim çok güzel anılar biriktirdiniz. Eskilerden, aklına geldiğinde seni gülümseten bir anınız var mı?

Hastaneden eve geldik, Umut 3 günlük, 3 kilo civarında. O güne kadar hiç o kadar küçük bir bebeği elime almamışım. Umut’u başı bana bakacak şekilde yukarı kaldırıp sevmeye başlamamla, ağzından tuhaf bir sıvı yüzüme boşaldı. 🙂 Onunla evimizde ilk ilişkimiz işte böyle başladı. Önce öğren sonra sev dedi yani :))

Cem’e anılarını, babalık öyküsünü  içtenlikle paylaştığı için, Umut’a da yayınlanmasında izin verdiği için çok teşekkür ediyorum.

Yeni öykülerde buluşmak üzere,

Sevgiler….

 

 

Cem Kafadar kimdir?

İnşaat Mühendisi, 2004-2012 yılları arasında İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesinin Yönetim Kurulunda görev yaptı.

İnşaat sektörünün sanal dünyadaki öncü temsilcilerindendir;

yapirehberi.net ve 1insaat.biz gibi sektörde bilinirliği olan, köklü bilgi bankası ve sektörel iletişim platformlarının kurucusudur.

İnşaat sektöründe hatırı sayılır bir üne sahip headhunter’dır. İnsan kaynakları alanında insana değer veren nadir IK şirketlerinden birinin kurucusu ve yöneticisidir.

Üniversitelerde, tecrübelerini de içeren değerli seminerler veren, 2014 Kasım itibarı ile Beykent Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü’nde Yapım Yönetim Dersleri vermeye başlayan bir eğitmendir.

Böyle çok yönlü biri işte Cem

Seyrettiği filmleri, okuduklarını, dinlediklerini, aklında kalanları, kısacası hayata dair notlarını paylaştığı bir de kişisel sayfası (https://cemkafadar.net/)  var ki şiddetle okumanızı öneririm. Buradan okuyabilirsiniz.

iletişim: cem@cemkafadar.com

 

 

 

 

babalar ve çocukları

babalar ve çocuklarının hayatlarındaki yerleri

Siz hiç bebeğinin gelişimini ay ay takip eden ve ebeveynleri nelerin beklediğini araştıran bir baba gördünüz mü? Yada kızının 2 yaş sendromu ile başa çıkmak için arkadaşlarından pedagog önerisi alan bir baba gördünüz mü? Peki, çocuğu ve gelişimi ile ilgili blog yazan bir babaya rastladınız mı?

Son yıllarda, bu algının değişmeye başladığını ve babaların durduğu yerin bir parça daha yakınlaştığını düşünüyorum. Gözlemlerimde, eşine ve ailesine gerçek bir saygı duyan, onları çok seven, daha bilinçli, daha ilgili babalar, doğdukları günden itibaren çocuklarının hayatlarına daha fazla dahil olmak için büyük çaba sarf ediyorlar. Bebeğin bezinin değişmesinde, gazının çıkarılmasında çekinmeden iş bölümü yapıyorlar. Parka götürüyorlar, kitap okuyorlar, baş başa vakit geçiriyorlar ve bundan çok büyük bir zevk alıyorlar.

Yazının başındaki sorulara benim vereceğim yanıt “evet” olur.

Anneler ile karşılaştırılınca, babalar ve çocukları ile ilgili daha az yazı, anı, blog ve araştırma olduğunu fark ettim. Ancak henüz sayıca az da olsa ilgili, bilinçli ve bilgili babalar var ve çocuklarının hayatlarında aktif rol olmak için çaba sarf ediyorlar.

Bu noktada annelere, en az babalar kadar iş düşüyor. Anneler, aile içinde babalarla çocuklarının sorumluluklarını paylaşmalı, onlara çocuk bakımında güvenmeyi öğrenmeli ve anne-çocuk ilişkisini aile etkileşimi olarak genişletmek için babalara yer açmalılar.

Ben de kendi imkanlarımın el verdiğince babalara buradan destek vermeyi planlıyorum. “Babalar ve çocukları” adlı bir yazı dizisi ile babalara çocukları ile ilgili duygularını, anılarını, öykülerini paylaşması için yer açıyorum.

Umarım bu öyküler başka babalara ve annelere ilham verir.

Sevgiler…

IMG_4337