

Aslında anne olmak çok kolay…
Başlangıcı hepimiz biliyoruz, ardından 38-40 hafta karnımızda taşıyoruz, sonra bir kaç saat doğum sancısı çekiyoruz veee anne oluyoruz. Belki sosyal hayatımız etkileniyor, belki uykularımız az ve düzensiz oluyor. Artık kendimizden çok düşündüğümüz biri daha oluyor hayatımızda. Ve bunların hiçbiri bize zor gelmiyor.
Zor olan, iki kişi yaşamaya zar zor ikna olduğumuz (bazen olmadığımız) evimize farklı ihtiyaçları, beklentileri ve farklı kişiliği olan yeni bireyleri kabul etmek ve evimizi gerçek anlamda onlarla paylaşmak. Tabiki hepimizin bir yaşam tarzı ve buna uygun ev düzeni var. Tabiki çocuklarımız da bu düzenin bir parçası. Ancak evimizin bu küçük bireylerinin ihtiyaç ve tarzlarına da saygı duymak zorundayız. Lavaboya uzanamıyorsa bir tabure koymak bizi de onu da çok rahatlatır. Çocuğumuza bir oda vermişsek, hoşumuza gitmese de kendi alanında, kendi düzenine saygı duymalıyız.
Zor olan, yorgun, üzgün veya öfkeli olduğumuzda, kendi duygularımızın farkına vararak, ailemize karşı sabırlı ve hoşgörülü olabilmek.
Zor olan, örnek olmak. Çocuklarımız için hep daha iyisini istiyoruz ve bunun için çabalıyoruz. Ve sonuç için hep endişeliyiz. Bunun için endişelenecek kadar ilgili bir anneyseniz merak etmeyin “en kötü bizim gibi olacaklar”. Bir ata sözümüz bile var armut dibine düşermiş. Çocuklar onlara ne söylediğimizle, ne aldığımızla, ne sağladığımızla değil bizim nasıl olduğumuz ve çocuklarımıza ne hissettirdiğimiz ile şekillenirler. Eğer sizin kitaplığınızda hiç kitabınız yoksa ve okumuyorsanız, çocuğunuza istediğiniz kadar kitap alın, istediğiniz kadar oku diye ısrar edin, büyük ihtimalle okuyan biri olmayacaktır.
Zor olan, kendi ihtiyaçlarımızın bile farkında olmadan, kendi ihtiyaçlarımızı bile karşılayamadan başka birinin ihtiyaçlarının karşılanmasının sorumluluğunu taşımak.
Zor olan, insan olduğumuzu, hata yapabileceğimizi, mükemmel olmadığımızı ve mükemmel olmak zorunda olmadığımızı kabul etmek.
Zor olan, dinlemek. Karşımızdakinin ağzından çıkan sözlerinin arkasındakini dinlemek. Beden dili ne diyor? Ses tonu ne söylüyor? Gözleri neler hayal ediyor? Neler hissediyor, duygusu ne? Gerçekte neye ihtiyacı var?
Zor olan kendi hayatlarımızdan bir şeyler feda etmeden, küçücük yüreklere dokunabilmek. Fedakarlık yapmadan onlara koşulsuz sevgimizi verebilmek…
Hamileliğimin harika bir serüven olduğunu söylüyorum hep. Gerçekten her gününü çok özel ve çok güzel geçirdim. Çevremdeki insanlar, hiç sorun yaşamadığım için bu konuda şanslı olduğumu düşünüyor. Hamileliğim harika geçti derken hiç sorun yaşamadığımı söylemiyorum, tam aksine sorunlara rağmen keyif aldım diyorum.
Hamile olduğumun haberini aldığımda henüz Amsterdam tatilinden yeni dönmüş, her hava alanında olmayan x-ray cihazından geçmiştim. 2 aylık hamileyken gıda zehirlenmesi yaşadım, aynı gün iş seyahatine gittim, yine bir iş seyahatinde ellerimde his kaybıyla başlayan, hamileliklerin %25’inde görülen ve genelde 7. ayında başlayan karpal tünel sendromu ile 4 aylık hamileyken tanıştım. Her şeye rağmen hamileliğim her anından büyük keyif aldım.
Sizin de hamileliğinizde tıbbi bir risk yoksa, hamileliğinizin harika geçmemesi için bir neden yok.
mutlu bir hamilelik için benim önerilerim;
1- Güvenebileceğiniz bir kadın sağlığı ve doğum doktoru seçin
9 ay sık sık görüşeceğiniz ve her görüşmeyi iple çekeceğiniz biri ile iyi anlaşmanız önemli. Böyle bir doktor seçtikten sonra, ona sonuna kadar güvenmeli ve dediklerini sorgulamadan yapmalısınız. Doktorunuzu sorgulamaya başlarsanız, güveninizi kaybetmişsiniz demektir, değiştirseniz iyi edersiniz. Günün sonunda doktorunuza kendi sağlığınızı ve bebeğinizin sağlığını emanet ediyor olacaksınız.
2-Doktorunuzla birlikte doğum yöntemine erken dönemde karar verin
Eğer normal doğum yapmak istiyorsanız, yediklerinize, hareketinize daha çok özen göstermeli ve kilonuzu kontrol altında tutmalısınız. Hamile yogası ve pilatesi tavsiye ederim, çok faydasını göreceksiniz.
3-Bol bol hareket edin, yürüyüş yapın, yoga dersleri alın
Korkmayın olimpiyatlara hazırlanmıyoruz. Her gün yapacağınız yaklaşık 40dk orta tempo yürüyüş ve/veya hamile yogası, kaslarınızı güçlendirerek doğuma ve bebeğinizin gelişimine yardımcı olacaktır. Özellikle yoga, ilerleyen hamileliğinizle birlikte aldığınız kilolara bağlı olarak yaşanan ağrıları da azaltacaktır.Hamilelikte oksijen ihtiyacımız da artıyor, doğru nefes ile oksijen alımımızı arttırırız.Hatta yoga ile bulantıları azaltmak da mümkün diyor uzmanlar.
4-Arkadaşlarınıza zaman ayırın, dışarı çıkın, bolca gülümseyin
Doğumdan sonraki özellikle 40 günlük lohusa periyodu gerek hormonlar yüzünden, gerek uykusuzluk gerekse bebeğinizin size olan yoğun ihtiyacı sebebiyle biraz zor geçebilir. Bu dönem için bol bol kahkaha, neşe, huzur depolayın. Ayrıca hamilelik süresince bol neşe ve keyifli anlar bebeğinizin gelişimi ve hamileliğinizin iyi geçmesi için de önemli.
5- Her fırsatta uyuyun
Hamilelik süresince uykunuza aslında bir anlamda bebeğiniz karar veriyor. İlk haftalarda kafanızı masaya düşmüş uyurken bulabilirsiniz kendinizi, sonraki haftalarda birden enerji dolmanız mümkün, ilerleyen haftalarda tekrar bir uyku hali. Yine de elinizden geldiğince bol bol uyuyun, dinlenin çünkü doğumdan sonra uzunca bir süre ne kadar uyuyacağınıza siz karar veremiyorsunuz.
6- İnsanların size hastaymışsınız gibi davranmalarına aldırmayın
Hamileliğim süresince anlam veremediğim davranışlardan biri de insanların “Allah kurtarsın” tarzından söylemleri oldu. Hamilelik benim için kurtulunması gereken bir dönem olmaktan çok uzakta, çok keyifli bir süreç oldu. Yaşam tarzımda, günlük hayatımda bir değişiklik yapmadım, bir bebek beklediğimin bilincinde rutinlerime, iş ve özel hayatıma devam ettim. Hasta değildim, bir anne adayıydım.
Hormonlar, hamilelik süresince en büyük yardımcınız. Bazıları artıyor, bazırları azalıyor. Bedeniniz sizin ve bebeğiniz için en güzel koşulları hazırlıyor. Bu süreçte, bedeninizde ve ruhunuzda bir çok değişiklik yaşıyor olabilirsiniz. Evham yapacak, telaşlanacak, korkacak birşey yok. Değişiklikleri kontrol etmeye veya durdurmaya çalışmak bence yorucu ve yıpracı oluyor. Bırakın, bu süreci bedeniniz yönetsin, siz de keyfinize bakın….
Siz siz olun her konuda özellikle beslenme ve spor konularında mutlaka doktorunuza danışın. Hangi dönemde ne kadar egzersiz yapacağınız ve nasıl besleneceğiniz konusunda sizi en iyi doktorunuz yönlendirecektir.
Sevgiler,
annebebekdostu
Aylarca, belki de yıllarca beklenen bebek geliyor.Hazırlıklar tamam. Bu özel anın mimarı olan anne orada, doktoru ekibiyle yanı başında. Ve baba bu özel anın parçası ve tanığı olmak için yerini almış. Eyvah doğum fotoğrafçısı nerede? Kim ölümsüzleştirecek bu çok özel ve güzel, duygusal anları? Oh neyse ki o da giriyor doğumhaneye bonesini takmış olarak…
Bebeğiyle ilk buluşma anını kim sonsuza dek dondurmak ve saklamak istemez ki? O duygu yüklü anlarda bebeğinizin gözlerinin içine ilk kez bakmışken, o an, zaman dursun istersiniz.
Doğum fotoğrafçılığını son yıllarda sıkça duyar olduk. Nedir doğum fotoğrafçılığı? Doğum fotoğrafcısı kimdir?
Doğum Fotoğrafçılığı için, doğuma giden süreçte tüm ailenin yaşadığı serüvenin fotoğraf karelerine aktarılmasını ve ölümsüzleştirilmesini sağlayan son yıllarda tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de oldukça rağbet gören yeni bir fotoğrafçılık dalı denilebilir.Doğum Fotoğrafçısı da tüm bu sürece dahil olan, ailenin yaşadığı bu mucizevi anları fotoğraflayarak kalıcı hale gelmesini sağlayan, bu konuda eğitim almış fotoğrafçı diyebiliriz.
Kimler doğum fotoğrafçısı olabilir?
Doğum fotoğrafçısı olmak için öncelikle Fotoğrafçılık eğitimi almış olmak gerekli ama sadece fotoğrafçılık eğitimi almak yetmiyor tabiki, ayrıca doğum fotoğrafçılığı eğitimi almak da önemli. Doğum fotoğrafçısı olmak dayanıklılık gerektiren bir meslek. Hem fiziksel hem de ruhsal olarak. Doğum süreci boyunca her daim aileye destek olmak, çoğu zaman annenin en yakınında olup ona moral vermek gece gerçekleşen doğumlarda uykusuz kalmak ama her zaman enerjik olmak gibi güzel ama bazen de zorlayan yanları da var.
Doğum fotoğrafçısı olmak isteyen kişiler hem bu süreçlere uyum sağlayabilmeli hem de profosyonel olarak kendi işini yönetebilmeli. Markasını oluşturup sosyal medyada aktif olmalı her daim ailelerle iletişimi pozitif olan ve gerçekten bu işi severek yapabilen biri olmalı.
Fotoğrafçılık bilgisi dışında doğum fotoğrafçılığı eğitiminin kapsamında neler var?
Fotoğrafçılık eğitimi almış olmak dışında doğum fotoğrafçılığı eğitimi içinde hastanedeki kurallar, ameliyathane de nasıl davranmanız gerektiği gibi konularda da eğitim veriliyor. Hastanenin hijyen kurallarına uymak ve ameliyathane de nasıl davranmanız gerektiğini bilmek çok önemli. Teknik bilgiler dışında fotoğrafların photoshop ile işlenmesi, album hazırlamak ve aile ile iletişimden marka yönetiminize kadar bir çok bilgiyi alabileceğiniz bir eğitim. En önemlisi ise bu eğitim sadece işin küçük bir parçası daha sonrasında sürekli sektörü ve yenilikleri takip etmeniz gerekiyor, eğitim hiç bitmeyen bir süreç çünkü her an yeni gelişmeler olabiliyor ve sizin değişen dünyaya her daim ayak uydurmanız gerekiyor.
Bu mesleğin etik kurallarını düzenleyen bir kuruluş yada meslek odası var mı? Yetkinlik konusunda sertifika veren bir kurum var mı?
Doğum Fotoğrafçılığını sertifikası eğitim aldığınız kurstan edinebiliyorsunuz ama özel olarak kuralları belirleyen bir kuruluş yok. Ameliyathane içi kurallar hastane yönetimi tarafından belirleniyor .
Peki sen nasıl tanıştın fotoğrafçılıkla ve doğum fotoğrafçılığı ile?
Benim fotoğrafa ilgim ortaokul yıllarında başladı diyebiliriz. İlk makinemi aldığım anlardan beri fotoğraf çekiyordum daha sonra bu konuda eğitim almaya karar verdim. Fotoğrafçılık eğitimi aldıktan sonra en yakın arkadaşım doğum yapacağı zaman benim de fotoğraflarını çekip çekemeyeceğimi sordu. İlk deneyimim doğumdan sonra hastane odasında arkadaşımın ve bebeğin fotoğraflarını çekmek üzerine oldu. Bu deneyimi tattığımda benim bu işi yapmam gerektiğini hissettim. Doğum fotoğrafçılığı eğitimi aldım. O sıralarda yakın arkadaşımın ablası doğum yapacaktı ve yine benim fotoğraflarını çekmemi istediklerini ilettiler ilk normal doğum ve ameliyathane deneyimlerimi de bu sayede yaşamış oldum. Sonrasında ise sayısız doğumda o muciceye ortak olma fırsatını yakaladım. O anlara tanıklık edebildiğim için de çok mutluyum.
Profesyonel olarak bu işi yapmak için gerçekten sevmek gerekiyor sanırım. Normal doğuma sen de anneyle beraber gidiyorsun, annenin hep yanındasın. Bu konuda sen ne düşünüyorsun?
Kesinlikle sevmek şart. Sevmeden yapılabilecek bir meslek değil ama bir bebeğin doğumuna şahit olup aşkla bu işe bağlanmamak da pek mümkün değil gibi. Ben doğum sürecinden çok önce aile ile tanışıp görüşmeyi ve onların heyacanına ortak olmayı seviyorum. Hem bu sayede aileyi yakından tanıma imkanım da oluyor. Aile ile tanıştıktan sonra ise her zaman onlara destek olmaya çalışıyorum. Bu anlar bana inanılmaz keyif veriyor. Doğum gerçekten bir mucize ve ben de o mucizeye tanıklık ederken aile ile mutluluktan ağladığım bile oluyor.
Bu meslekte seni en çok zorlayan şey nedir?
Mesleki olarak zorlanmaktan çok ülkemizde yaygınlaşsa da hala bu mesleğe biraz uzak bakan aile büyükleri çekim yapmamı istemeyebiliyorlar. Onları da bebeğe asla bir zarar gelmeyeceği yönünde ikna etmek gerekebiliyor.
Doktorların ve hastane yönetimlerinin bu ise bakışları nasıl oluyor?
Çoğu hastane son yıllarda sadece belirli fotoğrafçılarla anlaşma ya da kendileri ile çalışan ve başka hastane ile çalışmayan fotoğrafçı seçimine başladı. Bu doğum fotoğrafçıları olarak bizi ve aileyi zor duruma sokan bir durum yaratıyor. Aile kendi istediği fotoğrafçı ile çalışmak konusunda özgür. Onların bu en özel anlarında tanımadıkları veya tarzını yakın bulmadıkları fotoğrafçılarla çalışmaya zorlamak yerine seçimlerine saygı duymalarını bekliyoruz.
Doğum çekimlerin bebek açısından bir sakıncası var mı?
Doğum çekimlerinde doğal ışık kullandığı sürece ve hijyen kurallarına uyulduğu sürece bebeğe hiç bir sakınca yok. Benim için öncelik bebeğin ve ailenin sağlığında her zaman. Doktorlar her hangi bir sağlık sorunu olduğunu söylemediği sürece bebeği yormadan genellikle o uyurken ailesi ile fotoğraflarını çekmek ise mutluluk verici.
Doğum fotoğrafçılığının en sevdiğin yanı nedir?
Bu işin en sevdiğim yanı, o heyacanın tam merkezinde olup en yakından tüm sürece eşlik ediyor olmak. Her doğumda aile birlikte heyecanlanıyorum, bebek doğduğu anda ağlayan babaları görünce benim de mutluluktan gözlerim dolabiliyor. İnanılmaz keyifli bir süreç.
Eminim stresli, mutlu, heyecanlı anların yanında komik olaylar da yaşıyorsundur. Hatırladığın komik bir anın var mı?
Yakın zamanda yaşadığım aklıma gelen ilk olay bebeğin baba ile ilk karşılaşma anında bebek henüz giydirilmemişken babanın üzerine çişini yapmasıydı. Baba ile tüm aile oldukça şaşırmış ve gülmüştü. Doğum süresince yaşananlar ömür boyu anlatılacak güzel hikayelerden oluşan bir çok anı bırakıyor belleğimizde.
Benim de tüm bu güzel hikayelerin içinde o anları yaşıyor olmam mesleğimin en güzel yanlarından biri.
Son olarak ne söylemek istersin?
Bu güzel mesleği tanıtabilme imkanı yarattığın için sana çok teşekkür ediyorum. Ropörtajına katılmak çok keyif vericiydi. Blogunu da büyük bir keyif ile takip ediyorum. Ben de bu sayede bilmediğim bir çok şeyi öğrenme fırsatı yakalamış oluyorum. Takipte kalmaya devam edeceğim.
Yoğun temposunda, bu çok keyifli röportaja zaman ayırdığı için, tatlı dili ve yüksek enerjisi ile sizin enerjinizi de yükselten Şermin İnce’ye çok teşekkür ederim. Şermin İnce hakkında daha detaylı bilgi almak veya portfolyosuna göz atmak isterseniz serminince.com web sitesine buradan erişebilirsiniz.
Sevgiler,
annebebekdostu
Siz hiç bebeğinin gelişimini ay ay takip eden ve ebeveynleri nelerin beklediğini araştıran bir baba gördünüz mü? Yada kızının 2 yaş sendromu ile başa çıkmak için arkadaşlarından pedagog önerisi alan bir baba gördünüz mü? Peki, çocuğu ve gelişimi ile ilgili blog yazan bir babaya rastladınız mı?
Son yıllarda, bu algının değişmeye başladığını ve babaların durduğu yerin bir parça daha yakınlaştığını düşünüyorum. Gözlemlerimde, eşine ve ailesine gerçek bir saygı duyan, onları çok seven, daha bilinçli, daha ilgili babalar, doğdukları günden itibaren çocuklarının hayatlarına daha fazla dahil olmak için büyük çaba sarf ediyorlar. Bebeğin bezinin değişmesinde, gazının çıkarılmasında çekinmeden iş bölümü yapıyorlar. Parka götürüyorlar, kitap okuyorlar, baş başa vakit geçiriyorlar ve bundan çok büyük bir zevk alıyorlar.
Yazının başındaki sorulara benim vereceğim yanıt “evet” olur.
Anneler ile karşılaştırılınca, babalar ve çocukları ile ilgili daha az yazı, anı, blog ve araştırma olduğunu fark ettim. Ancak henüz sayıca az da olsa ilgili, bilinçli ve bilgili babalar var ve çocuklarının hayatlarında aktif rol olmak için çaba sarf ediyorlar.
Bu noktada annelere, en az babalar kadar iş düşüyor. Anneler, aile içinde babalarla çocuklarının sorumluluklarını paylaşmalı, onlara çocuk bakımında güvenmeyi öğrenmeli ve anne-çocuk ilişkisini aile etkileşimi olarak genişletmek için babalara yer açmalılar.
Ben de kendi imkanlarımın el verdiğince babalara buradan destek vermeyi planlıyorum. “Babalar ve çocukları” adlı bir yazı dizisi ile babalara çocukları ile ilgili duygularını, anılarını, öykülerini paylaşması için yer açıyorum.
Umarım bu öyküler başka babalara ve annelere ilham verir.
Sevgiler…
4 aylık hamileyken gittiğim bir yurt dışı iş seyahatinde, bir sabah, sağ elimin 2 parmağında yoğun bir uyuşma ve his kaybı ile uyandım. Elimi, kolumu hareket ettirmem de işe yaramadı. Öğle saatlerine kadar uyuşukluk azalarak devam etti. Sonraki günlerde iki elimde, serçe parmaklarım hariç tüm parmaklarımda his kaybı, gittikçe sıklaşan uyuşma ve zaman zaman koluma kadar uzanan ağrılar oluştu.
Endişeyle ulaştığım doktorum, soğuk kanlı ve sakin bir şekilde bu belirtilerin “karpal tünel sendromuna” işaret ettiğini söyledi. Doğumu takip eden birkaç hafta içinde kendiliğinden geçtiğini de belirtti. Günlük aktivitelerimi çok aksatıyorsa lokal anestezi ile cerrahi müdahale de mümkünmüş. Bir süre beklemeyi tercih ettim. Ancak günler ilerledikçe his kaybı arttı. Nemli ve sıcak yaz günlerinde, omzuma doğru yayılan kol ağrıları özellikle gece dayanılmaz oluyordu.
İlerleyen dönemde bir el cerrahına danıştım. Lokal anestezi ile cerrahi müdahale yapılabileceğini, operasyon sonrası 2 hafta ellerimi kullanamayacağımı söyleyerek, beni bir ortopedi uzmanına yönlendirdi. Ortopedi uzmanı bayan doktor, içtenlikle aynı şeyleri yaşadığını paylaştı. Bileği, gün boyunca sabit bir şekilde düz olarak tutan atelli bileklik önerdi ancak işe yaramasını beklemediğini de söylemeyi ihmal etmedi. Benim için verdiği en değerli tavsiye şu oldu; evine git, bol bol dinlen, bileklerini çok zorlama, ev işlerini eşine devret, hamileliğinin tadını çıkar.
Tavsiyesini tuttum. Yine de gidip bir çift atelli bileklik de aldım. İşe yaradı mı? Hayır.
Hamileliğimin sonuna kadar bu sorun devam etti, zaman zaman elimdeki telefonu düşürdüğüm oldu, çok nemli ve sıcak havalarda şef bıçağımla arama mesafe koydum. Bu konuyu elimden geldiğince görmezden geldim, olağan ve geçici bir süreç olarak kabul ettim. Hamileliğimin keyfini çıkardım. Doğumdan sonraki 3-4 hafta içinde azalarak bitti tüm şikayetlerim.
Peki neydi bu karpal tünel sendromu?
Hamilelik sırasında vücutta fazla sıvı tutulumunun yol açtığı şikayetler yalnızca ellerde ve ayaklarda görülen şişlikler ile sınırlı değildir. Bu fazla sıvı ellerde ve bileklerde ağrı ve güç kaybı ile karakterize karpal tünel sendromu adı verilen bir rahatsızlığın da nedenidir. Karpal Tünel Sendromu (KTS) hamile kadınların %25-30’unda görülür.
Belirtileri
Hamile bir kadında aşağıdaki yakınmalar ortaya çıktığında KTS açısından değerlendirilmesi gerekir:
Bu belirtilerin ortaya çıkması karpal tünel sendromunu düşündürmekle birlikte her zaman KTS tanısını koydurmaz. Eklem iltihabı, boyun fıtığı, median sinirin omurilikten ayrıldığı bölgede meydana gelen sıkışmalar gibi diğer durumlar da benzer yakınmalar yaratabilir.
Tedavi
Karpal tünel sendromu varlığında değişik tedavi alternatifleri mevcuttur. Bandaj bunlar arasında en sık kullanılan yöntemdir. Parmaklar, el ve bileğin doğal pozisyonlarında hareketinin engellenerek dinlendirilmesi karpal tüneldeki basıncı azaltmada oldukça etkili bir yöntemdir.
Bandaj ile ağrının azalmadığı durumlarda bilek içine küçük dozda kortizon ya da lokal anestezik enjeksiyonu yapılabilir.
Ağrıyı ve enflamasyonu gidermek amacıyla çeşitli steroid olmayan antienflamatuar ve ağrı kesiciler kullanılabilir. Hamile kadınlarda bu ilaçlar mutlaka hamileliği takipeden doktorun önerisi ile kullanılmalıdır.
Israrcı olgularda küçük bir cerrahi müdahale gerekebilmektedir. Bu işlem hastanede yatmayı gerektirmeyen, ayaktan yapılan bir müdahaledir. El ayasında bileğe yakın bir alandan yapılan küçük bir kesi ile sıkışmaya neden olan bağ dokusu rahatlatılır. İşlem sonrası hasta 4-6 hafta içinde tamamen normale döner.
Önlemler
Hamilelikte karpal tünel sendromu oluşmasını engellemek için bazı önlemler almak yarar sağlamaktadır:
Genellikle hamileliğin 7.ayından sonra ortaya çıkan bu sendromla 4. ay gibi erken bir tarihte karşılaşmak sonraki günlerde hayatımı biraz zorlaştırsa da hamileliğimin keyfini çıkarmama engel olamadı.
Güzel bir hamilelik ve sağlıklı günler dilerim.
NOT: Karpal tünel sendromu ile ilgili tıbbi bilgiler Dr. Alper Mumcu’nun web sitesinden alınmıştır. Detaylı bilgi ve egzersizleri öğrenmek için www.mumcu.com ziyaret etmenizi öneririm.
BLW (Baby Lead Weaning) bebek liderliğinde beslenme olarak Türkçe’ye çevrilebilir.
BLW, bebeğin, ek gıdaya geçişten itibaren kendi kendine beslenmesidir.
BLW bebeğinizi doğduğu günden itibaren ailenin diğer bireyleri kadar değerli bir birey olarak kabul etmek, ek gıdaya geçtiği günden itibaren yemek masasında aile yemeklerine katılmasına fırsat vermektir.
Bu beslenme yöntemi, ilk 1 yıl bebeğin temel beslenmesinin anne sütü olduğunu ve ek gıdanın “EK” olduğunu savunur.
bebeğine şans ver!
Kendi kendine beslenen bebeğiniz dilediği kadar yer, elleri ile yiyeceklerin dokusunu keşfeder, içinde birkaç çeşit besin olan püreden farklı olarak yediği gıdanın tadını ve kokusunu alır, kaydeder, ileride damak zevki olarak kullanır :). El göz koordinasyonu gelişir. Taneli, pütürlü gıdaları rahatça yer. Aile ile birlikte yediği öğünlerde sofra adabı öğrenir, ailenin diğer bireyleri ile ilişki kurar, bebeğiniz sofrada kendi yemeği ile ilgilendiği için siz de rahatça kendi yemeğinizi yiyebilirsiniz.
Bebeğiniz de sizinle aynı sofrayı ve aynı yemekleri paylaştığı için ayrıca bebek yemekleri yapmanıza gerek yoktur. Bebeğinizle aynı yemeği paylaşmak sizi daha sağlıklı beslenmeye yönlendirir. Aynı sofrada siz pizza yerken bebeğinize haşlanmış sebzeler ya da çorba vermek pek adil olmaz değil mi? Onun yerine içinde sebzeler olan köfte, salata ve makarna menüsünü paylaşabilirsiniz.
Meriç’in BLW serüvenini de kısaca paylaşmak isterim. Meriç 4 aylıkken biz masada yemek yerden o da bizi yerde ana kucağına oturmuş seyrediyordu. 5. ayda yemeğin sonuna kadar yerde oturamaz olmuştu ben de yemeğin sonlarına doğru onu kucağıma alıyor yemeğimi o şekilde tamamlıyordum.
Meriç 5,5 aylıkken doktorumuz ek gıdaya geçmeye hazır olduğunu söyledi ancak ben yine de 6. ayı beklemek istedim. Bu arada BLW hakkında bilgim vardı ama nedense uygulamayı düşünmemiştim. Patates püresi ile tadım günlerine başladık, yarım çay kaşığı kadar püre vererek tadım yaptırdım, Meriç pek hoşlanmış gibi gelmedi bana. Sonra araya tatil girdi. Tatilde sürekli masadaki yiyeceklere uzanıyordu ben de dayanamadım masadaki meyvelerden verdim. Hepsine bayıldı. Hatta bir gün masadaki limona uzanınca onu da verdim, limonu emmek çok hoşuna gitmişti.
Sonrasında parmak şeklinde haşlanmış kabak, patates, havuç verdim.Önündeki sebzeleri eline alıp doğruca ağzına götürüyor ve emiyordu. Bir hafta kadar sebze ve meyveleri emdikten sonra yiyecekleri ağzında çevirmeye başladı. Bir sonraki hafta onu çiğnerken görmek beni çok heyecanlandırdı.
BLW’nin en zor yanı, bunu çevrenize ve bebeğinizle ilgilenecek kimselere kabul ettirmek oldu. Boğulmaz mı? Doyuyor mu? Üstünü kirletmiyor mu? Evet ilk günlerde daha sık artık çok daha nadir boğazına takılır gibi oluyor, kendisi öğürerek bazen kusarak çıkarıyor. yapmanız gereken tek şey sakin ve soğukkanlı olmak ve her ihtimale karşı ilk yardım öğrenmek. Doyuyor mu? sorusuna gelince bazen iştahla yiyor bazen daha az yiyor. Ben bunu pek dert etmiyorum. Az yediğinde, yemediği sebzenin yerine meyve veya yoğurt vermiyorum. Bir sonraki öğünde yer aç değil diye düşünüyorum. Nasıl biz yetişkinler bazen keyifsiz olduğumuz için bazen sıcaktan daha az yiyorsak oğluma da aynı şansı tanıyorum. Kirletme konusunda gelince açsa çok kirletmeden yiyecekleri doğruca ağzına götürüyor, yemek istemediğinde oynamaya ve yere atmaya başlıyor. Mama sandalyesinin altına bir örtü seriyorum, yemek sonrası mama sandalyesini siliyorum hepsi 5dk.
Cepli silikon veya kumaş mama önlükleri çok faydalı.
Yemekten sonra doğru banyoya gidiyoruz, ellerini ve ağzını yıkıyoruz. Sonra onu banyo tezgahına oturtuyoruz dişlerini fırçalıyoruz. Fırçasını eline veriyorum Meriç dişlerini fırçalamaktan çok hoşlanıyor.
O’nu yemek yerken izlemek, her gün geliştiğini gözlemlemek, birlikte aynı sofrayı paylaşmak, iletişim kurmak, yediğinden keyif aldığını görmek beni çok mutlu ediyor.
Peki sizin bebeğiniz nasıl besleniyor?
Fırsat verirseniz minicik bebeğinizin neler yapabildiğini görecek ve çok şaşıracaksınız.
Biraz sabır, biraz cesaret…..
Sevgiler,
NOT: BLW yöntemine ne zaman başlamalıyım? Hangi besinlerle başlamalıyım? Yiyecekleri bebeğime uygun hale nasıl getirebilirim? Boğulma riski nedir? sorularının detaylı cevapları için Gill Rapley ve Tracey Murkett yazdığı “O tabak bitecek mi? ” kitabını okumanızı tavsiye ederim. Kitabı okuyacak zamanı olmayan anneler için kitap özetini de en yakın zamanda annebebekdostu kitaplıkta paylaşacağım 🙂
AnneBebekDostu kitaplıkta, kişisel markanın önemine dikkat çeken bir kitaptan söz etmek istiyorum.Kitabın orijinal ismi Brand Aid, yazarları Larry G. Linne ve Patrick Sitkins. Türkçe çevirisini bulamadım. Kitabın ana fikrini dilim döndüğünce özetlemeye çalıştım. İlginizi çekerse kitabın tamamını okumanızı tavsiye ederim. Kitabın dili oldukça akıcı ve içinde ilginizi çekeceğini düşündüğüm bazı hikayelere yer verilmiş.
Çalışan biri, patron, ev hanımı ve/veya anne olarak hepimizin bir kişisel markası var. Bazılarımız bu markayı iyi yöneterek başarılı olurken, bazılarımız da markalarının onları yönetmesine izin verirler.
İlişkilerin, başarılı olmamızdaki etkilerinin çok büyük olduğu dünyamızda iyi yönetilen kişisel markanın, kişisel başarılarımız üzerinde büyük ve olumlu etkisi vardır.
Şirketlerin olduğu gibi kişilerin de marka değeri vardır. Hatta kişisel markamızın çalıştığımız şirketin markası üzerinde katma değeri vardır.
Kişisel Marka Nedir?
Kişisel markamız, kıyafetlerimiz, davranışlarımız, ses tonumuz, jest ve mimik kullanımımız, sosyal medya paylaşımlarımız, iş arkadaşlarımız, dostlarımız ve ailemiz ile olan iletişimimizin bütünüdür. Özetle “Kişisel Marka” insanların bizim hakkımızda düşündükleridir.
Ve hakkımızdaki bu fikir ve izlenimler genellikle çalıştığımız pozisyondan, bitirdiğimiz okullardan ve biriktirdiğimiz sertifikalardan çok daha önemlidir.
Kişisel marka evde başlar, sosyal hayatımızda ve iş hayatımızda hep bir adım önümüzde bizimle beraberdir.
Kişisel marka yaratmak..
“Hayat kendinizi bulmakla ilgili değildir, kendinizi yaratmakla ilgilidir.” George Bernard Shaw
İnsanlar, tanıştığınız ilk 30 saniyeyi sizin hakkınızda bir fikir oluşturmak için harcarlar. Kişisel markanızı yaratmak kolay, değiştirmek ise çok zordur. Bu yüzden ilk 30 saniyeyi iyi kullanmak gerekir.
Karşı tarafa verdiğimizi düşündüğümüz imaj ve karşı tarafın bizim hakkımızdaki düşünceleri farklı olabilir. Gelişigüzel tepkilerimiz, karşı tarafa vermek istediğimizden ya da verdiğimizi sandığımızdan farklı bir mesaj gönderiyor olabilir. Başkalarının hakkımızdaki düşüncelerini yüzde yüz değiştiremesek de bizi nasıl gördüklerini etkilemek bizim elimizde.
Harika bir marka için 7 adım;
İnsanlar ne söylediğinizi hatırlamayabilir ancak onlara ne hissettirdiğinizi unutmazlar.
Her mahallede bakkalların alışverişin merkezi olduğu zamanlarda, çocuklar özgürce dışarıda oynardı, evin haftalık mutfak alışverişi semt pazarlarından yapılır, pazar arabaları ağzına kadar dolu sebze ve meyve taşırdı evlere. Elmalar şekilsizdi, kurt çıkabilirdi, karpuz çekirdekleri çok sert olurdu. Köylü/çiftçi yetiştirdiğini semt pazarlarında kendisi uygun fiyatlı satardı, sebzeler taptaze, meyveler mis kokuluydu.
Sonra marketler geldi, marketlere pırıl pırıl, düzgün elmalar geldi, kurt da yoktu. Önce biraz pahalıydılar ama hemen ucuzladılar. Sebzeler, meyveler, deterjanlar ve her şey marketten alınabiliyordu. Semt pazarını beklemeye zaten zaman yoktu. Meyvelerin kokuları unutuldu.
Henüz birkaç on yıl geçmemişti ki kurtlu elma kıymete bindi, adı da organik elma oldu, fiyatı ise taneyle alınacak kadar fazlaydı.
Yıl 2016. Son bir kaç yıldır insanoğlu, yıllardır doğaya ıstırap çektirdiğini fark etti. Doğa’ya dönüş, doğal’a dönüş başladı. Kurtlu elma, düzgün elma, kurtlu elma; bu döngüde aslında her şey tamamen “duygusal (parasal)” dı. Yine de doğaya saygı boynumuzun borcuydu.
Her şeyin en iyisini bilen anneler, çocukları için yeni trend, eski dost organik’e yöneldi.
Neydi bu 2016 model “organik” ? TDK : Kökeni bitkisel ve hayvansal olan. Yani, haydi tekrar doğaya dönüyoruz.
Organik gıda, en basit ve yüzeysel anlamıyla, kimyasal/suni ilaçlamaya ve kimyasal/suni gübreye maruz kalmamış gıda olarak tanımlanabilir.
Organik, gıda dışında da sektör oldukça büyük. Ham maddesi organik bitkiler olan kozmetikler, deterjanlar, sabunlar ve şampuanlar oldukça yaygın.
Neden organik sorusunun cevabı ise basit. Bizler doğaya saygı duymazsak, domatesi serada, tavuğu fabrikalarda, balığı antibiyotikli havuzlarda yetiştirip yersek, vücudumuzda biriken kimyasallar tarafından yavaş yavaş zehirlenir ve belki de bugüne kadar görülmemiş hastalıklara maruz kalabiliriz.
Doğayla barışık gelecek ve sağlıklı yarınlar, duyarlı, sağlığa ve doğala önem veren anneler ile gelecek.
Sağlıklı yarınlar…..
NOT: Bebeğim için hangi organik temizlik ürünlerini kullanmalıyım sorusunun cevabını “organik temizlik” yazımda bulabilirsiniz.
Çocukları için her şeyin en iyisini, en temizini, en doğalını isteyen biz anneler, iş temizliğe geldi mi daha bir titiz oluyoruz sanki.
Ben de ortalama bir Türk annesi kadar titizim diyebilirim.Benim hassas noktam, deterjan kalıntıları. Duş teknesinde, mutfak ve banyo tezgahlarında ve yerlerde kullanılan deterjanların kalıntılarına dokunuyor olmak ve kimyasal kokularını soluyor olmak beni hep endişelendirmiştir.
Tertemiz olmak için kullandığımız kimyasal temizleyiciler, ne kadar yıkarsak yıkayalım bulaşıklarımızdan, çamaşırlarımızdan arınmıyor. Ayrıca sularımızda, toprağımızda birikerek doğamızı yok ediyorlar.
Peki kim bu kötü kimyasallar?
Fosfat: Özellikle denizleri kirletir. Yosun oluşturarak, denizlerdeki oksijeni azaltır. Balık türlerinin yok olmasına sebep olur. Türkiye’de deterjanlarda fosfat kullanımı %15-%30 civarındadır. Avrupa’da %1-5!
Formaldehit: Ürünlerin raf ömrünü uzatmak için çok yaygın olarak kullanılır. Ucuz ama kanserojen bir ham maddedir. Akciğerde ve solunum yollarında tahribat yapar.
Fenol: Taş kömüründen ve petrol türevlerinden elde edilir. Yakıcı ve zehirlidir. Dezenfektan ürünlerde kullanılır. Deriyle temasında şişme, yanma, soyulma ve kurdeşene sebep olur. Mobilya cilalarının çoğunda bulunur.
Perkloretilen : Genelde kuru temizlemede yağ giderici olarak kullanılır. Halı yıkama şampuanlarında sıkça kullanılır. Dermatolojik problemlere, karaciğer ve böbrek tahribatına, sinir sistemi bozukluğuna sebep olur.
Nitrobenzen: Ucuz sabun ve parfümlerde çözücü olarak kullanılır. Son derece zararlı, zehirli ve kanserojen bir maddedir.
Amonyak: Özellikle fırın temizleyicilerde kullanılır. Kanserojendir.
Kresol: Dezenfektanlarda kullanılır. Deri ve solunum sisteminin iç zarları tarafından kolayca emilen zararlı bir kimyasaldır.
Tuz: Temizleme etkisi ve aktif maddesi az olan deterjanlarda bol miktarda bulunur. Ürünleri kıvamlı bir hale getirmek için kullanılır. Cildi kurutur, çatlatır ve kaşıntılara sebep olur.
EDTA (Etilen di amin tetra asetik asit): Suyu yumuşatmak için kullanılan kanserojen bir maddedir. Sıcaklık artışıyla amonyak açığa çıkarabilir.
Paraben : İlaç ve kozmetik sektöründe kullanılan koruyucu bir kimyasal maddedir.Şampuan, saç kremi, nemlendirici krem, tonik, deodorant, parfüm, tıraş jeli, bronzlaşma kremi, makyaj malzemeleri, güneş koruyucusu ve diş macununda bulunur. Parabenlerle kanser arasında nedensel ilişki kurulmamış olmasına rağmen meme kanserine yakalananların tümörlerinde doku başına 20 nanogram paraben tespit edilmiştir.
ve Klor
İşte bunlar, piyasada bulunan pek çok deterjan, temizlik ve hatta kozmetik ürünün içeriğinde bulunan ve uzak durmamız gereken, etiketlerde içerikte bulunmadığına dair ibareler aramamız gereken maddeler.
Peki alternatifi ne derseniz? Alternatifin sırrı doğa’ya ve doğal’a dönmekte. Arap sabunu var mesela. Zeytinyağı sabunları var. Sirke ve karbonat var. Ben duş jeli yerine zeytin yağı sabunu, çamaşır yumuşatıcısı yerine sirke kullanıyorum. Çamaşır deterjanı ve yüzey temizleyiciler için ise artık onlarca marka organik temizlik ürünü üretiyor.
Organik veya doğal olduğunu söyleyen bir çok marka arasında sizin de benim gibi kafanız mı karıştı?
Bu konuda yaptığım küçük araştırma umarım size bir fikir verir;
Sodasan: Alman menşeili bir marka. Ecocert, Eco Garantie, Vegan sertifikaları var. Ürün yelpazesi oldukça geniş. Konsantre, tüm yüzeyler için uygun olan temizlik sıvısını aldım. Yer temizliği için 10lt suya 3ml kullanmak yeterliymiş.
Friendly organic : Amerikan menşeili bir marka. Amerikalılar sertifikalandırmada öncü olduğundan markanın sertifikası bol; USDA certified biobased products, Safer Choice, Eco Control, USDA Organic, ICEA, Vegan. Birçok ürün ABD üretimi olmakla birlikte Bebek şampuanının üretim yerinin İtalya olduğunu farkettim. USDA organik içerik yüzdesini de gösteren bir sertifika olduğundan markanın farklı ürünleri için farklı yüzdeler görebilirsiniz. Bebekler için çamaşır sıvısını denemiş, memnun kalmıştım. Kokusuz olması benim için ayrıca cezbedici.
Turmepa: Turmepa kuruluş itibari ile ticari bir üretici olmadığı için size biraz bahsetmek isterim. DenizTemiz Derneği/ TURMEPA, ülkemiz kıyı ve denizlerinin korunmasını ulusal bir öncelik haline getirmek ve gelecek nesillere temiz denizlerin kucakladığı yaşanabilir bir Türkiye bırakmak amacıyla, 8 Nisan 1994 yılında Rahmi M. Koç’un kurucu başkanlığında, Deniz Ticaret Odası ve bir avuç deniz sevdalısıyla birlikte başlatılmış bir sivil toplum hareketidir. Doğal ham maddelerden elde edilen, suda biyolojik çözünürlüğü olan, doğada biyolojik birikme yapmayan, ayarlı köpüğü sayesinde kolay durulama sağlayarak su tasarrufuna imkan veren ve ambalajları geri dönüşümlü ürünler sunuyor.Ürünlerin satışından elde edilen gelir, deniz kirliliği ile mücadele amaçlı projelerde kullanılmaktadır. Doğaya duyarlı, yerli bir ürün olması sebebiyle ayrıca gönlümü kazanmış bir markadır. Araştırmalarımda herhangi bir sertifikasyona ulaşamadım. Ürün fiyatları diğer markalarla karşılaştırdığımda oldukça ulaşılabilir. Sıvı çamaşır deterjanını kullandım kalitesini tatmin edici buldum, bulaşık makinası jelini de aldım ancak kullanma fırsatım henüz olmadı.
Ecos3: Ürünlerini, bitkisel bazlı, yumuşak ve yüksek performanslı ham maddelerden ürettiğini beyan ediyor.Ürünleri, biyo-çözünür formülleri sayesinde, doğada %90-95 oranında parçalanırlar ve suda ve toprakta zehirli atık oluşturmazlar. Ecos3 markası da yerli bir marka ve fiyatları oldukça makul. Vegan sertifikaları var. Mutfak için yağ çözücü spreyini denemiş memnun kalmıştım, kokusuz çamaşır suyu da arkadaşımın favorisi.
Sonett: Ürünler enzimler, petrokimyasal tensidler (yüzey aktif maddeler), kokular, boyar maddeler, sentetik koruyucular, ağartma aktifleştiricileri, gen teknolojisi ve nanoteknoloji ile elde edilen maddeleri içermezler. Eco Control, Eco Garantie, Vegan sertifikaları var. Sonett 1977’den beri organik üretim yapan bir Alman markası. Tüm yüzeyler ve camlar için olan spreyini, mama sandalyesini temizlemek için kullanıyorum, memnunum. Bu ürünü ayrıca odanızın kokusunu tazelemek için de kullanabiliyorsunuz.
Frosch : 1986 yılında, Almanya’daki çevre konularına farkındalığın yükselişte olduğu yıllarda kurulmuş bir Alman firmasıdır. 2011 yılında 10. kez Almanya’da en güvenilir marka seçilmiştir. EU Ecolabel çevre dostu ürünler sertifikası dışında yenilenebilir enerji ve geri dönüşüm konularındaki diğer sertifikalarının detaylarına buradan erişebilirsiniz. Sirke özlü çok amaçlı temizleyici favorilerimden. Banyo vitrifiye ve bataryaları pırıl pırıl oluyor, tortu da bırakmıyor.
Mom’s Green: Marka, Y.Çevre Mühendisi Işık Kırgız tarafından 2013 yılında hayata geçmiştir. Mom’s Green ürünleri, parfüm, boya, SLS, paraben, fosfat, klor, amonyak gibi kimyasallar içermiyor. Eco Garantie ve Vegan sertifikaları var. Çamaşır deterjanını kullanıyorum.
Aslında daha pek çok farklı marka organik temizlik ürününü piyasada bulmak mümkün. Yukarıda denediğim ve memnun kaldığım ürünlerden örnekler verdim. Piyasada ürünlerini organik olarak adlandırmayan ancak paraben, SLS ve SLES içermeyen bebek hijyen ürünleri sağlayan markalar da var. Unibaby , Nuk, Benim (Vegan sertifikası var) bu markalardan birkaçı.
Bu ürünlerin birçoğunu, her markette görmediğiniz için zor bulunduklarını veya erişilemez fiyatlarda olduklarını düşünmeyin. Eğer alışverişlerinizde dikkatle bakarsanız, bebek ürünleri satan mağazalarda, büyük marketlerde ve organik ürünler satan yerlerde kolayca bulunabildiklerini fark edeceksiniz.
NOT: Kötü kimyasallar hakkındaki bilgilerin derlenmesinde Ecos3.com adresindeki bilgilerden yararlandım.
“Ingiltere’deki hayat tozpembe mi?” YOUTUBE KANALIMIZ OPTIMUM ‘daki videomuzu burayı tıklayarak izleyebilirsiniz.