

Dakikalar önce içimi çeke çeke, hüngür hüngür ağladım. Gözümün yaşı kurumadan, duygularım, günlük aktivitelere savrulup yok olmadan yazmak istedim. Yazarak içimdekilerin hepsini çıkarmak ve rahatlamak istedim.
Çocukluğumda ve gençliğimde hep çok meşguldüm, spor yapıyor, dergi çıkarıyor, okula gidiyor, sivil toplum kuruluşlarında (evet benim çocukluğumda sivil toplum örgütleri vardı) gönüllü çalışıyordum. İş hayatımda hep çok daha yoğun ve daha fazla meşguldüm. Hafta içi işe, hafta sonu kurslara gidiyordum.
Anne oldum. Durdum…
Bu durma bana iyi geldi. “Durmak” diye bir şeyin var olduğunu öğrendim. İçimde oldukça yaratıcı, üretken ve girişken biri varmış, onu tanıdım, sevdim. Ne yazık ki bu durma çok uzun sürmedi, minik bebeğim 6 aylıkken işe döndüm. Bebeğimin bana ihtiyacı vardı, benim de ona ve onunla geçirdiğim zamana. Gizli bir suçluluk duygusu sardı, sarmaladı beni. Birlikte daha çok vakit geçirmeliydik, ikimiz de ayrılığa hazır değildik ancak o günlerde elimden bir şey gelmedi.
Bundan yaklaşık 3 ay önce eşim ve artık 2,5 yaşındaki oğlumla beraber, İstanbul’daki evimizi, işlerimizi, arabalarımızı, motosikletimizi, ailemizi, eşimizi, dostumuzu, Türkçe’yi, beyaz peyniri, güneşli yaz günlerini, kısacası “bir hayat” bırakarak Londra’ya taşındık. (Neden taşındık ayrı bir yazı konusu olsun).
Ben yine durdum. İlk haftalar yerleşme, anlama, destek olmalarla çok keyifli ve hareketli geçti. Sonrasında uzun bir tatildeymişiz gibi yavaş ve rahat geçti. Tüm günü ailemle geçirmek harikaydı. Evde olmak güzeldi. Günler geçtikçe birbirimize daha çok alıştık ve bağlandık. Sonra bir gün tatil bitti, eşim işe başladı. Oğlum birden bire bana bağımlı oldu. Tek başına uyuyamaz, gece kalkıp ağlayarak yatağıma gelir oldu. (Doğduğundan beri odasında tek başına uyuyan çocuk nasıl bu hale gelebilirdi?) Kreşe başlamasına karar verdik. Böylece sosyal ihtiyaçları daha doyurucu karşılanacak, dile ve kültüre hızlı adapte olacaktı ve ben de çalışabilecek, üretebilecektim. Günlerimiz beraber kreş aramakla ve parklarda piknik yapmakla ve beraber gittiğimiz oyun gruplarında geçti. Kulağa mükemmel geliyor değil mi? Kreşe gitmek için can attığını, çok sosyal ve kendi ihtiyaçlarını kendi karşılayabilen bağımsız bir çocuk olduğunu belirtmek isterim. Bulunduğumuz bölgede kreşlerin uzun bir bekleme listesi var, o yüzden 2 ay geçmesine rağmen bir kreşe yerleştiremedik. (“Londra’da kreş bulmak” da ayrı bir macera olduğundan onu da ayrıca yazacağım)
Bu süreçte ben yavaş yavaş tükenmeye başladım. Hayatım, yemek yapmak, ev işleri ve oğlumla ilgilenmek üçgenine sıkışmıştı. Dahası kendi kişisel ve sosyal ihtiyaçlarımı karşılayamıyordum. Ve çalışamıyordum. Bugüne kadar hiç sesimi yükseltmemiş bir anne olan ben sık sık kendimi sesimi yükseltirken bulmaya başladım. Herşey karşı sabrım gitgide azalıyordu.
Şuna gönülden inanıyorum ki sakin ve mutlu çocuklara sahip olmanın yolu “mutlu bir anne” olmaktan geçiyor.
Sonunda geçen hafta yarım gün çalışan ve üstelik evimize yakın bir kreş bulduk. İlk birkaç gün birlikte gittik, ikimiz de çok mutluyduk. Ta ki onu dışarıda bekleyeceğimi söylediğim ana kadar. Ben odadan çıkmadan çılgınca ağlamaya başlıyor ve dakikalarca sakinleşmiyordu. Konuşmayı denedim, işe yaramadı. Herkes alışacağını söylüyordu. Ama öyle olmadı. Bugün kreşin müdürü galiba hazır değil en iyisi eylülde tekrar getirin dediğinde çöktüm. Oğlumu aldım, kreşten çıktım, en yakın banka oturdum ve hüngür hüngür ağladım. Kendim için ağladım. Yavaş yavaş yok oluyormuşum gibi hissettim. Fiziksel ve duygusal ihtiyaçları karşılanmayan bir anne nasıl mutlu çocuklar yetiştirebilirdi…..
Bir yanım evde oğlumla olmaktan çok mutlu, diğer yanım çalışmalısın üretmelisin diyor. Şunu biliyorum ki tam zamanlı hatta fazla zamanlı bir anne olarak, çocuğuma ayırdığım sınırlı zamanın altında ezilerek vicdan azabı çekmek istemiyorum. İkisinin arası mutlu bir annelik mümkün biliyorum.. Arıyorum..
Geçiş dönemi öncesinde de biliyordum; bu, yaşanması gereken bir süreç. Bunları yaşamak beni daha dayanıklı ve güçlü yapacak ve hepsi geçecek. Oğlum alışacak, ben alışacağım. Kendimize yeni bir konfor alanı inşa edeceğiz ve bugünlere dönüp baktığımızda yeni duygularla hatırlayacağız… Yine de bugün yaşadıklarımın bugünkü etkisini azaltmaya yetmiyor hiçbiri. Bu dönemi de aynen yaşanması gereken bu şekilde tecrübe edecegiz..
Sevgiler,
annebebekdostu
Balkabağı çorbasına bayılırım. Tam bir kış çorbasıdır. Mevsimin rengine de uygun harika bir turuncudur. Şifa kaynağıdır.
Bu sefer zencefillisini denemek istedim. Hem kolay hem çabuk tam benlik bir tarif yine
Malzemeler:
1/2 kg kadar bal kabağı
1 küçük patates
1 küçük havuç
1 adet yeşil biber
2 diş sarımsak
1 küçük soğan
Fındık büyüklüğünde zencefil
tuz (opsiyonel)
karabiber
1,5 lt kadar su
zeytin yağı
Yapılışı:
Balkabağı, patates ve havucu iri iri doğrayak bir tencereye alıp üzerine 1,5 lt suyu ekliyor ve kaynamaya bırakıyoruz.
Bu arada ince doğranmış biber ve soğanları bir miktar zeytin yağı ile soteliyoruz ve ince kıyılmış sarımsakları ekleyip karıştırarak pişirmeye devam ediyoruz.
Patates, balkabağı ve havuçlar yumuşayınca, sotelenmiş soğan, sarımsak ve biberi ekliyoruz.
son olarak zencefili ince rendeleyip karışıma ilave ediyoruz ve püre haline getiriyoruz.
Ben 1 yaşından küçük oğlumla paylaştığım için tuz koymadım, bolca karabiber koydum.
Afiyet olsun….
Geçenlerde İkea’ya bambaşka bir amaç için gitmişken fotoğraftaki dondurma kaplarını gördüm,bayıldım, hemen aldım.
Birkaç gün mutfak rafında bakıştıktan sonra beklediğim ilham geldi. Buz dolabında bir süre beklediği için yeterince yumuşamış şeftaliler geldi aklıma. Ev yapımı yoğurt da vardı. Daha ne bekliyordum?
Malzemeler:
2 adet şeftali rendelenmiş
ev yapımı yoğurt
Yapılışı:
Bu güzel görüntüyü elde etmek için 2 adet olgun şeftaliyi kabukları ile rendeledim. Yogurdu bir miktar çırptım. Şeftali ve yoğurdu karıştırıp kaplara paylaştırdım doğru buzluğa…
Ertesi akşam nefis dondurmamı keyifle yedim.
Buzluktan çıkardıktan sonra birkaç dakika bekletirseniz kabın içinden daha kolay çıkacaktır.
Şeker oranı benim için yeterliydi, siz dilerseniz bir miktar bal da ekleyebilirsiniz.
Çocuklar için de hem çok keyifli hem çok besleyici ve sıfır şekerli dondurma harika bir atıştırmalık seçenek.
Afiyet olsun……
Çocuğunuz atıştırmalık birşeyler istediğinde aklınıza meyve ve yoğurttan başka sağlıklı seçenek gelmiyor mu? Evde birşeyler hazırlayacak vaktiniz mi yok? Mutfakta uzun uğraşlar sonucu birşeyler hazırlamak size göre değil mi? Ya da belki iş yerinde canınız sürekli abur cubur mu çekiyor? O zaman bu tarif tam da sizin için. Hurmalı yulaflı bar tam bir annecocukdostu atıştırmalık. Hazırlaması kolay, doyurucu ve tadı şahane.
Malzemeler:
2 su bardağı kadar yulaf ezmesi (tavada 10 dakika kadar kavuruyoruz)
4 adet hurma
4 adet kuru incir
bir tutam tarçın
bir çorba kaşığı keten tohumu
bir tatlı kaşığı çörek otu
2 çorba kaşığı bal
1 çorba kaşığı iri dövülmüş ceviz
1 bardak su (hurma ve incirleri pişirmek için)
no şeker 🙂
Hazırlanışı
incirleri ve hurmaları iri iri doğrayıp bir bardak su ile yumuşayıncaya kadar yaklaşık 15 dakika pişiriyoruz.Daha sonra bir karıştırma kabına alarak bir miktar daha eziyoruz. Ardından diğer tüm malzemeleri ekleyip güzelce karıştırıyoruz. Karışımın kıvamı çok akışkan olmuyor ancak çok sert de değil.
Karışımı yağlı kağıt serilmiş tepsiye yayarak döküyoruz ve önceden ısıttığımız 180 derece fırında 15 dakika pişiriyoruz.
Ilıkken dilimliyoruz. Soğuduktan sonra afiyetle yenmek üzere beslenme çantalarına veya evde tüketilmek üzere kavanozlara koyuyoruz.
incir ve hurma yeterince tatlı aslında hiç bal koymanıza gerek yok. Evde dedemin şahane ÜSTÜN BAL’ı olduğu için ben dayanamadım bir miktar ekledim 🙂
Afiyet olsun…..
Bayılırım “evde ne varsa” malzemelerle yemek yapmaya. Bu akşam da yemek deneyesim vardı. Oğlum 8 aylık oldu menüsünü çeşitlendirme vakti geldi. Meyveli pancake’leri çok sevdi. Sıra sebzeli köftede. Evde biraz pazı vardı, bir parça da pancake’den kalan tatlı patates ve bir tutam maydanoz. Sonuç, Meriç açısından henüz bilinmiyor çünkü kendisi yarın yiyecek, annesi beğendi. 🙂
Malzemeler:
150gr kadar kıyma
1/3 ince rendelenmiş tatlı patates
2 yaprak ince kıyılmış (chiffonade kesim) pazı
1 tutam maydanoz ince kıyılmış (chiffonade kesim)
1 yumurtanın sarısı (1 yaşından büyük bebekler için tamamı kullanılabilir)
1/2 minik soğan (ince rendelenmiş)
bir miktar da irmik
no tuz 🙂
Yapılışı:
Malzemelerin tamamını karıştırıp dilediğiniz köfte şeklini verin. iyi pişmesi için yağsız tavada kısa bir süre kapağı kapalı olarak 2 tarafı da pişecek ancak renk almayacak şekilde pişirin.
Afiyet olsun…
Meriç’in yorumu için yarını bekleyin 🙂
NOT: tatlı patatesin şeker oranı bir miktar yüksek olduğu için çok hızlı karamelize olabilir, yandı diye endişe etmeyin. Dilerseniz baharat ile tatlandırabilirsiniz.
Bu çikolatalı gibi görünen, sevimli şeyler kahvaltı için harika bir seçenek. İçinde protein olarak yumurta var. Dilediğiniz meyveyi de kullanmak mümkün. Ben, bu leziz pancakeleri Meriç için hazırladığımdan un yerine organik irmik ve organik keçiboynuzu unu tercih ettim. Siz kendiniz veya misafirleriniz için yapacaksanız normal un da tercih edebilirsiniz. Az malzemeli, hazırlaması çok kolay ve pişirmesi de kısa sürüyor. Yani tam benlik.
Malzemeler:
1 yumurtanın sarısı (bebeğiniz 1 yaşını doldurduysa tamamı)
1/2 su bardağı süt (ben keçi sütü tercih ettim)
1/2 muz
1/2 avokado
1 çay kaşığı karbonat
3 çorba kaşığı keçiboynuzu unu
irmik (boza kıvamına gelene kadar ilave ediyoruz)
Yapılışı:
Avokado ve muzu ezdikten sonra diğer malzemeleri de ekleyerek karıştırıp boza veya birazcık daha yoğun bir karışım elde ediyoruz. Yağsız krep tavasına kaşık yardımıyla döküp göz göz oluncaya ve altı tavadan kolayca ayrılıncaya kadar pişirip diğer tarafını çevirip kısa bir süre daha pişiriyoruz. Sonra da afiyetle yemesi için bebeğimize veriyoruz.
Dikkat ettiyseniz tarifte şeker yok. Keçiboynuzu ununu biraz daha arttırırsanız daha tatlı bir sonuç elde edersiniz. Ancak keçiboynuzunun tadının baskın olduğunu unutmayın. Yetişkinler için bir miktar şeker ilave edebilir ve tavada da biraz tereyağı eritip pişirebilirsiniz. Ya da balla servis edebilirsiniz.
Aynı tarifte 2. denememde avokado yerine 1/3 tatlı patatesi rendeledim. Siz de dilediğiniz malzeme ile deneyebilirsiniz.
Afiyet olsun.
BLW (Baby Lead Weaning) bebek liderliğinde beslenme olarak Türkçe’ye çevrilebilir.
BLW, bebeğin, ek gıdaya geçişten itibaren kendi kendine beslenmesidir.
BLW bebeğinizi doğduğu günden itibaren ailenin diğer bireyleri kadar değerli bir birey olarak kabul etmek, ek gıdaya geçtiği günden itibaren yemek masasında aile yemeklerine katılmasına fırsat vermektir.
Bu beslenme yöntemi, ilk 1 yıl bebeğin temel beslenmesinin anne sütü olduğunu ve ek gıdanın “EK” olduğunu savunur.
bebeğine şans ver!
Kendi kendine beslenen bebeğiniz dilediği kadar yer, elleri ile yiyeceklerin dokusunu keşfeder, içinde birkaç çeşit besin olan püreden farklı olarak yediği gıdanın tadını ve kokusunu alır, kaydeder, ileride damak zevki olarak kullanır :). El göz koordinasyonu gelişir. Taneli, pütürlü gıdaları rahatça yer. Aile ile birlikte yediği öğünlerde sofra adabı öğrenir, ailenin diğer bireyleri ile ilişki kurar, bebeğiniz sofrada kendi yemeği ile ilgilendiği için siz de rahatça kendi yemeğinizi yiyebilirsiniz.
Bebeğiniz de sizinle aynı sofrayı ve aynı yemekleri paylaştığı için ayrıca bebek yemekleri yapmanıza gerek yoktur. Bebeğinizle aynı yemeği paylaşmak sizi daha sağlıklı beslenmeye yönlendirir. Aynı sofrada siz pizza yerken bebeğinize haşlanmış sebzeler ya da çorba vermek pek adil olmaz değil mi? Onun yerine içinde sebzeler olan köfte, salata ve makarna menüsünü paylaşabilirsiniz.
Meriç’in BLW serüvenini de kısaca paylaşmak isterim. Meriç 4 aylıkken biz masada yemek yerden o da bizi yerde ana kucağına oturmuş seyrediyordu. 5. ayda yemeğin sonuna kadar yerde oturamaz olmuştu ben de yemeğin sonlarına doğru onu kucağıma alıyor yemeğimi o şekilde tamamlıyordum.
Meriç 5,5 aylıkken doktorumuz ek gıdaya geçmeye hazır olduğunu söyledi ancak ben yine de 6. ayı beklemek istedim. Bu arada BLW hakkında bilgim vardı ama nedense uygulamayı düşünmemiştim. Patates püresi ile tadım günlerine başladık, yarım çay kaşığı kadar püre vererek tadım yaptırdım, Meriç pek hoşlanmış gibi gelmedi bana. Sonra araya tatil girdi. Tatilde sürekli masadaki yiyeceklere uzanıyordu ben de dayanamadım masadaki meyvelerden verdim. Hepsine bayıldı. Hatta bir gün masadaki limona uzanınca onu da verdim, limonu emmek çok hoşuna gitmişti.
Sonrasında parmak şeklinde haşlanmış kabak, patates, havuç verdim.Önündeki sebzeleri eline alıp doğruca ağzına götürüyor ve emiyordu. Bir hafta kadar sebze ve meyveleri emdikten sonra yiyecekleri ağzında çevirmeye başladı. Bir sonraki hafta onu çiğnerken görmek beni çok heyecanlandırdı.
BLW’nin en zor yanı, bunu çevrenize ve bebeğinizle ilgilenecek kimselere kabul ettirmek oldu. Boğulmaz mı? Doyuyor mu? Üstünü kirletmiyor mu? Evet ilk günlerde daha sık artık çok daha nadir boğazına takılır gibi oluyor, kendisi öğürerek bazen kusarak çıkarıyor. yapmanız gereken tek şey sakin ve soğukkanlı olmak ve her ihtimale karşı ilk yardım öğrenmek. Doyuyor mu? sorusuna gelince bazen iştahla yiyor bazen daha az yiyor. Ben bunu pek dert etmiyorum. Az yediğinde, yemediği sebzenin yerine meyve veya yoğurt vermiyorum. Bir sonraki öğünde yer aç değil diye düşünüyorum. Nasıl biz yetişkinler bazen keyifsiz olduğumuz için bazen sıcaktan daha az yiyorsak oğluma da aynı şansı tanıyorum. Kirletme konusunda gelince açsa çok kirletmeden yiyecekleri doğruca ağzına götürüyor, yemek istemediğinde oynamaya ve yere atmaya başlıyor. Mama sandalyesinin altına bir örtü seriyorum, yemek sonrası mama sandalyesini siliyorum hepsi 5dk.
Cepli silikon veya kumaş mama önlükleri çok faydalı.
Yemekten sonra doğru banyoya gidiyoruz, ellerini ve ağzını yıkıyoruz. Sonra onu banyo tezgahına oturtuyoruz dişlerini fırçalıyoruz. Fırçasını eline veriyorum Meriç dişlerini fırçalamaktan çok hoşlanıyor.
O’nu yemek yerken izlemek, her gün geliştiğini gözlemlemek, birlikte aynı sofrayı paylaşmak, iletişim kurmak, yediğinden keyif aldığını görmek beni çok mutlu ediyor.
Peki sizin bebeğiniz nasıl besleniyor?
Fırsat verirseniz minicik bebeğinizin neler yapabildiğini görecek ve çok şaşıracaksınız.
Biraz sabır, biraz cesaret…..
Sevgiler,
NOT: BLW yöntemine ne zaman başlamalıyım? Hangi besinlerle başlamalıyım? Yiyecekleri bebeğime uygun hale nasıl getirebilirim? Boğulma riski nedir? sorularının detaylı cevapları için Gill Rapley ve Tracey Murkett yazdığı “O tabak bitecek mi? ” kitabını okumanızı tavsiye ederim. Kitabı okuyacak zamanı olmayan anneler için kitap özetini de en yakın zamanda annebebekdostu kitaplıkta paylaşacağım 🙂
Geçen hafta Yelda’nın ev sahipliğindeki, bebekler ve anneleri buluşmasında, 12 ay altı 6 tane meraklı tavşan, ellerindeki grissinilerini iştahla yiyordu. Manzara görmeye değerdi. Hal böyle olunca tarif de denemeye değerdi.
Malzemeler de, yapılışı da oldukça basit, sonuç ise harika. Yummy 🙂
Malzemeler:
2 su bardağı un (ben organik kara buğday unu kullandım)
3 çorba kaşığı keçiboynuzu unu
10gr kuru maya
tuz (bebek dostu olması için tuz koymadım)
1/2 çay bardağı zeytinyağı
aldığı kadar su
Bütün malzemeyi karıştırarak yumuşak ve elastik bir hamur elde ediyoruz. 1 saat kadar kabarması için bekletiyoruz.2 katı kadar kabarınca tekrar iyice yoğurup küçük toplar yapıyoruz. Daha sonra topları avucumuzla çubuklar haline getirip, yağlı kağıt serilmiş tepsiye diziyoruz. Üzerine zeytinyağı sürüp 20dk bekledikten sonra 170 dereceye ısıtılmış fırında kıtırlaşıncaya kadar pişiriyoruz.
Kara buğday, aroma olarak güçlü olduğundan, grissininin tadında keçiboynuzundan çok karabuğday baskın oldu. Meriç yine de çok sevdi. Siz dilerseniz siyez buğday unu da kullanabilirsiniz.
Elimden geldiğince, Meriç’e buğday ve tahıl ürünleri vermemeye niyetliyim. Bu yüzden ekmek yerine alternatifler düşünüyorum. Grissini de bunlardan biri.
Afiyet olsun….
Teşekkürler Yelda…
AnneBebekDostu kitaplıkta, kişisel markanın önemine dikkat çeken bir kitaptan söz etmek istiyorum.Kitabın orijinal ismi Brand Aid, yazarları Larry G. Linne ve Patrick Sitkins. Türkçe çevirisini bulamadım. Kitabın ana fikrini dilim döndüğünce özetlemeye çalıştım. İlginizi çekerse kitabın tamamını okumanızı tavsiye ederim. Kitabın dili oldukça akıcı ve içinde ilginizi çekeceğini düşündüğüm bazı hikayelere yer verilmiş.
Çalışan biri, patron, ev hanımı ve/veya anne olarak hepimizin bir kişisel markası var. Bazılarımız bu markayı iyi yöneterek başarılı olurken, bazılarımız da markalarının onları yönetmesine izin verirler.
İlişkilerin, başarılı olmamızdaki etkilerinin çok büyük olduğu dünyamızda iyi yönetilen kişisel markanın, kişisel başarılarımız üzerinde büyük ve olumlu etkisi vardır.
Şirketlerin olduğu gibi kişilerin de marka değeri vardır. Hatta kişisel markamızın çalıştığımız şirketin markası üzerinde katma değeri vardır.
Kişisel Marka Nedir?
Kişisel markamız, kıyafetlerimiz, davranışlarımız, ses tonumuz, jest ve mimik kullanımımız, sosyal medya paylaşımlarımız, iş arkadaşlarımız, dostlarımız ve ailemiz ile olan iletişimimizin bütünüdür. Özetle “Kişisel Marka” insanların bizim hakkımızda düşündükleridir.
Ve hakkımızdaki bu fikir ve izlenimler genellikle çalıştığımız pozisyondan, bitirdiğimiz okullardan ve biriktirdiğimiz sertifikalardan çok daha önemlidir.
Kişisel marka evde başlar, sosyal hayatımızda ve iş hayatımızda hep bir adım önümüzde bizimle beraberdir.
Kişisel marka yaratmak..
“Hayat kendinizi bulmakla ilgili değildir, kendinizi yaratmakla ilgilidir.” George Bernard Shaw
İnsanlar, tanıştığınız ilk 30 saniyeyi sizin hakkınızda bir fikir oluşturmak için harcarlar. Kişisel markanızı yaratmak kolay, değiştirmek ise çok zordur. Bu yüzden ilk 30 saniyeyi iyi kullanmak gerekir.
Karşı tarafa verdiğimizi düşündüğümüz imaj ve karşı tarafın bizim hakkımızdaki düşünceleri farklı olabilir. Gelişigüzel tepkilerimiz, karşı tarafa vermek istediğimizden ya da verdiğimizi sandığımızdan farklı bir mesaj gönderiyor olabilir. Başkalarının hakkımızdaki düşüncelerini yüzde yüz değiştiremesek de bizi nasıl gördüklerini etkilemek bizim elimizde.
Harika bir marka için 7 adım;
İnsanlar ne söylediğinizi hatırlamayabilir ancak onlara ne hissettirdiğinizi unutmazlar.